Avrupa tarihinde, düşünen zihnin tutkularını ateşlemek ve onu politik felaketlere sürüklemek konusunda 20. yüzyıldan daha başarılı olmuş başka bir yüzyıl yoktur. Komünizm ile faşizm doktrinleri, bütün barok değişimleri ile Marksizm, milliyetçilik, çoğu tiranlığa nefretten ilham almıştı, fakat zalim tiranlar ihlam etmeye ve entelektüelleri kendi suçlarına köreltmeye muktedirdi. Bu eğilimleri, hem olayları hem de bu olaylara ilişkin yorumları yönlendiren bir çeşit dış güce atfedebilecek büyük tarihsel tahkiyenin parçası olarak görmek mümkün.
Ama bu tür güçler üzerine ne kadar düşünürsek düşünelim, Avrupalı entelektüellerin bu güçlere karşı verdikleri şahsi mücadeleleri ve bu entelektüellerin illüzyonlarını sürdürmek için çevrilen dolapları kavramaktan hala çok uzağız…
Editörün Önsözü
“Yanılgılarla tüketilmiş bir hayat, hiçbir şey
yapmadan tüketilmiş hayattan daha
onurlu olduğu gibi, daha yararlıdır da…”
Bernard Shaw
“Eylemin adı aldatıyor bizi:
Eylem, düşünmekti r!”
Oscar Wilde
Hakiki okur, başkalarının incelediği kitapları sadece haz İçin okuyandır. Biyografiler, sadece hedonist okurlar okusun diye bu hazzın zirvesine bırakılmış mektuplardır. Biyografiler, bilhassa özenle çalışılmış biyografiler, bazan yeni karşılaştığımız bazansa çok iyi bildiğimizi sandığımız düşünürlere derinlemesine nüfuz etmenin her daim en güvenli yoludur. Büyük romanlar veya büyük felsefe metinleri büyük dehaların kurgulandır. Büyük dehaların biyografileri ise, hayat denilen gizemli kurgunun, kader ve emeğin işbirliğiyle kanaviçe gibi işlenmiş metakurgularıdır. Büyük dehaların eserleri tek başına yalnızca “tekst” tir; ve bu “tekst”)er ancak m e takurguların, yani sahiplerinin biyografilerinin “kontekst”inde daha iyi ve daha yetkin kavranabilir. İnsanlık Komedyası bir tekst ise, bu edebî mucizeyi sabahlara kadar kahve içerek kaleme alan Balzac’ın sefaleti konteksttir. Tekst ile kontekst, eser ile o esere vücut veren dehanın gündelik hayatı, Janus’un yüzleri gibidir; birbirlerini daha anlamlı kılarlar.
Filozofun ve tekstinin kendilerini kuşatan toplumsal ve tarihsel koşullardan bağımsız olduğunu iddia ederek, sosyal gerçekliğin tekst üzerindeki etkisini yok sayan antikontekstüalist yaklaşımın aksine; filozofa ve tekstine bu kontekstüalist yaklaşım, tekstin boşlukta değil, başka tekstlerle ve düşünce gelenekleriyle ilişkiler ağı içinde durduğunu vurgular. Buna göre tekst, ancak içinde doğduğu tarihsel, sosyal, ve ekonomik koşullar ile ele aldığı problemleri kendine hediye eden entelektüel gelenek bilindiği ölçüde daha iyi kavranabilir: Tekst daima kontekstinde anlamlıdır!
Elinizdeki kitap Martin Heidegger, Cari Schmitt, Walter Benjamin, Alexandre Kojevc, Michel Foucault, ve Jacques Derrida gibi yirminci yüzyıl düşüncesine doğrudan yön vermiş büyük filozofların düşüncelerini politikaya angaje oluşlarıyla ilişkilendirerek tartışıyor. Bu noktada yazarımız Mark Lilla’yı, söz konusu düşünürlerin politik angajmanlarına ilişkin değerlendirmelerinde yer yer haksız ve hatta acımasız bulsak da, izlediği yöntemin doğruluğu ve değeri tartışılmaz. Çünkü bu düşünür portreleri, Lilla’nın zekice çizdiği yirminci yüzyılın politik ve ideolojik çalkantıları çerçevesinde kendi gerçekliklerine kavuşuyor…
Nedir entelektüelleri politik arenada yer almaya sevk eden? Çoğunun zannettiği gibi, felsefi keskin görüşlülüklerine rağmen, politikadaki acemilikleri mi’ Yoksa Eflatun’dan beri “Sirakusa tuzağı” na düşmek filozofların kaçınılmaz, kaderi midir? Politika Havva’nın uzattığı elma, filozof günaha davete yenik düşen Adem midir? Politikaya angaje bir filozofun görüşleri kirlenmiş midir? Bütün bu sorular, entelektüeller ile politika ilişkisi üzerine yeniden düşünmeyi gerektiriyor, ve Pervasız Dahiler bunun için iyi bir başlangıç.
1933′de rektörlük konuşmasını “Heil Hitler” diye bitiren ve aynı zamanda Varlık’ın sesine kulak vermemizi de isteyen Heidegger. Nazilerin hukukçusu olarak tanınan ve politik olanı dost ile düşman ayırımında temel l en d i ren naziliği tescilli Schmitt. Düşüncelerini Marksizmden çok Yahudi mistisizminin belirlediği Benjamin. Savaş sonrası Avrupasının yeniden inşasında büyük payı olan ve altmışların Fransız düşüncesine yun verecek filozoflara derslerinde Hegel’in köleefendi diyalektiğini anlatan Kojeve. İnsan’in modern zamanlarda yapılmış bir icat olduğunu ve aynen kum üzerine çizilmiş bir yüz gibi bir zaman sonra başka bir icat tarafından silinip gideceğini söyleyen Foucault. Bütün felsefi soruların nihayetinde tek bir felsefî soruya, “adalet” sorusuna işaret ettiğine değinen ve “dekonstrüksiyon adalettir” diyen Derrida.
Bu büyük filozoflar yanıldıysalar bile, onları”sefil” yanılgılarını başkalarının vasat doğrularına tercih etmeliyiz; çünkü onların yanılgılarından öğreneceğimiz daha çok şey var. Ve eğer, eylem düşünmek ise, düşünce ustası bu filozofların politika ya angaje olmaları bizi şaşırtmamalıdır; çünkü onların politikada gördükleri hiç kuşkusuz başka bir şeydi.
Politikaya angaje pervasız dahilerimizin yaptığı şey, esasında, Batı düşüncesine kimliğini armağan eden hümanizm, özcülük, rasyonalizm, ilerleme, bilimizin, teknolojiperestlik, logosentrizm gibi temel önyargılara cepheden saldırmaktı. Bu temel önyargılar, bugün şiddetle el eştir iliyorsa da, gerçekte Batı düşüncesinde halen egemenliklerini sürdürüyor. Tam da bu sebeple, bu önyargılara putperestlik derecesinde tapanların, söz konusu filozofların şahsında “uygarlığa/insanlığa ihaneti” görmeleri doğaldır. Lichtenberg’in dediği gibi, “boynuna hedef tahtası asan biri mutlaka isabet alacaktır.”
Esasında, bahsedilen filozofların hayatlarının başka bir okuması da mümkün. Türkçede “efkar” kelimesi “fikir” kelimesinin çoğuludur. Düşünmenin keder ve acıyla ilişkilendirilmesi gerçekten ilginç, fakat bir o kadar da isabetli: düşünmek, acı Çekmektir. Lilla’nın çizdiği portrelerde, bu düşünürlerin dinmeyen bir ruhsal sızılarının olduğu açık. O vakit, okurun yöneltmesi gereken soru belki de şu: Bir filozof bireysel trajedisi nedeniyle mi politikaya angaje olur; yoksa bir filozofun asıl trajedisi politikaya angaje olduktan sonra mı başlar?..
Meraklısı İçin Not:
Paradigma Yayıncılık, The Recktess Mindjlntellectuah m Palitics’in daha önce başka bir yayınevince İlkesiz Deha/Felsefeyi Siyasete Alet Edenler adı altında yayınlanan (vaktiyle benim de okuduğum) ter cümesinin yeni baskısını yapmaya karar verip, benden metni gözden geçirmemi rica ettiğinde, “daha önce yayınlanmış bir metin ne kadar problemli olabilir ki,” diye düşünerek bu ricayı kabul ettim, ve çok geçmeden yanıldığımı anladım. İşte bu yanılgının kısa bir özeti;
Tercüme nüans demektir. Yoksa her dil bilen Türkiye’nin mevcut durumunda olduğu gibi) önüne sözlükler açıp dilediği metni Türkçeye kazandırabilirdi. Ama söz konusu nüansları yakalayabilmek için sadece kaynak ve hedef dilleri değil, aynı zamanda tercüme etmeye talip olduğunuz konuyu, literatürü de çok iyi bilmek mecburiyetindesiniz. Bu iyikötü her çevirmenin zaten birebir tecrübe ettiği fiili bir durumdur. Elinizdeki metnin daha önceki baskısı, muhtemelen çevirmeninin felsefeye, bilhassa da an tihümanist ve Kıta Avrupası felsefe geleneğine aşina olmamasından Ötürü bu handikaptan muzdaripti ve anlamayı güçleştirecek şekilde bir takım nüanslar gözden kaçırılmıştı. Biz bu nüansların altını çizdik.
İkincilerin, Türkiye’de her çevirmenin bir dil görüşü var. Fakat bu dil görüşlerinin kendilerinin ne kadar dile ilişkin bir bilince dayandıkları ise müphem. Bu noktada elimizde üç tip çevirmen mevcut. Birinci gruptakiler, öz Türkçe yanlıları ve bunlar üzerinde konsensüs oluşmuş kelimeleri bile kendilerinden başka kimsenin anlayamayacağı sözcüklerle ikame ediyorlar. İkinci gruptakiler, Osmanlıcacılar ve bunlar da bugün tedavülden kalkmış kelimelerde ısrar ederek sadece kendi cemaatlerine hitap ediyorlar Üçüncü gruptakiler ise her iki tarafa da özgür bir kafaya sahip olduğu mesajını veren ve kelime seçimlerini hiçbir kritere dayandıramayan “dil fakirleri”. Bu kişileri» metinlerinde tabiat ve bağlam, vücut ve kuram, eğretileme ve alegori, dekonstrüksıyon ve imbilim birarada arzı endam eder. Bize göreyse kullanımda ve anlaşılır olan, ve mümkün olduğu ölçüde orjinalini karşılayan her kelime Türkçedir. Elinizdeki metni anlaşılır kılmaya çalışırken dayandığımız kriter buydu.
Üçüncüleyin, ve en fenası, yayınevlerinin yayınladıkları metinlerin kontrolü konusundaki özensizlikleri sayılabilir. Marka olmuş birkaç yayınevi dışındakiler, galiba metnin son okumasından imlâ hatalarının ve cümle düşüklüklerinin düzeltilmesini anlıyorlar. Bunun neticesinde de orjinalini bildiğimiz metinler ya tanınmaz oluyor yahut da kuşa dönüyor. Bu bazan çevirmenin ve yayınevinin özensizliğinden, bazansa ideolojik veya ahlâki (daha doğrusu gayrî ahlâki) kaygılardan dolayı metnin sansürlenmesinden kaynaklanıyor. Daha önceki baskıyı okuyanlar ne kasdettiğimi bu metni okuyunca daha iyi anlayacaklardır. İlk baskıda olmayan önemli ve hatta çok önemli paragraflar, dipnotlar tarafımdan tercüme edilerek bu yeni baskıya eklenmiştir.
Paradigma Yayıncılık, bu enfes kitabı bir an önce basmak arzusuyla, haklı olarak benden biriki ay içinde işimi bitirmemi bekledi. Ama yukarıda saydığım sebeplerden Ötürü bu işi hakkıyla tamamlayabilmem yaklaşık on ayımı aldı. Ve bu süre içinde Paradigma yetkilileri, eksiksiz ve anlaşılır bir metin uğruna kitabın yayınlanmasının sürekli gecikmesinden hiç şikayet etmediler. Umarım bu özenli yayımcılık anlayışlarının karşılığını almıştır ve yine umarım okur göz nurumuzun hakkını teslim eder. Meraklıları, bu metnin ilk baskısıyla ikinci baskısını birarada okuyarak, Türkiye’deki tercüme faaliyetinin muzdarip olduğu bu kemikleşmiş problemlerin her yanımıza ne kadar sirayet ettiğini daha iyi kavrayabilir. Okur, o vakit, birçok bülbülün esasında sadece geğirdiğinî görecektir.
Gökhan Yavuz Demir
İçindekiler
Editörün Önsözü
1. Bölüm MARTİN HEİDEGGER
HANNAH ARENDT KARL JASPERS
2. Bölüm CARL SCHM1TT
3. Bölüm WALTER BENJAMIN
4. Bölüm ALEXANDRE KOJE
5. Bölüm MICHEL FOUCAULT
6. Bölüm JACQUES DERR1DA
Sonsöz SIRAKUSA TUZAĞI
İNDEKS
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap