Translate

3 Mayıs 2011 Salı

Fedailerin Kalesi ALAMUT Kitap Özeti

KİTAP ÖZET FORMU

KİTABIN ADI : FEDAİLERİN KALESİ ALAMUT
KİTABIN YAZARI : WLADIMIR BARTOL
YAYIN EVİ VE ADRESİ: YURT KİTAP YAYIN-CAĞALOĞLU/İSTANBUL
BASIM YILI : 2.BASIM AĞUSTOS 1998

1.KİTABIN KONUSU: Büyük Selçuklu Devleti’ni çöküşe hazırlayan, İsmaili öğretisiyle Hasan İbn-i Sabbah’ın sıfırdan vücuda getirdiği saltanatının hikayesi.


2.ROMANIN ÖZETİ:
Hasan İbn-I Sabbah, Hz. Ali taraftarı olan birisidir ve o dönemde biraz da olsa yaygın olan İsmaili Tarikatı’na meyillidir. Ancak bu öğretinin savunduğu düşünceler Hasan İbn-i Sabbah’a aslında pek de cazip gelmeyen fikirlerdir,daha doğrusu saçma gelen.
Bir gün, yaşadığı yere İsmaili öğretisinin bir daisi gelir ve H. Sabbah bu şüphelerinden dolayı O’nu ziyaret etmeye karar verir. Bu vesileyle dainin yanına gider ve İsmaili inanışlarının kendisine pek makul gelmediğini, bu öğretinin ardında başka sırların bulunduğuna inandığını söyler. Dai, onun zeki ve aradıkları tipte bir insan olduğunu, onun için sırlarını ona açacağını söyler ve ekler: Aslında bu anlatılan hikayelerin(Ali’nin soyundan Mehdi’nin geleceği,vs.), basit ve gündelik yaşayan insanları öğretilerine çekebilmek için kullanılan yalanlar olduğunu belirtir. Bu düşüncelerin etkisine giren H. Sabbah’ın Ali taraftarı babası,çevresinden oğlu adına korkarak, onu bir medreseye yollar. Hasan Sabbah, medresede Ömer Hayyam ve o zamanlar henüz adı tarihe geçmemiş,geleceğin büyük veziri Nizam-ül Mülk ile tanışır.
Bu medresede, zamanla kaynaşıp dost olan bu üç kişi ,kendi aralarında, ilerde iyi bir mevkiye gelen ilk kişinin diğerlerine de yardım edeceğine dair yemin ederler. Uzun zaman sonra Nizam-ül Mülk vezir,Ömer Hayyam da ünlü bir matemetikçi ve astronom olur. Nizam-ül Mülk, Hasan Sabbah’ın sarayda bir göreve gelmesini sağlar ancak zamanla kıvrak zekasıyla sivrilen Hasan Sabbah, Nizam-ül Mülk’ün yerini tehdit etmeye başladığı için onu saraydan uzaklaştırır. Hasan Sabbah bir müddet Nizam-ül Mülk’ten kaçtıktan sonra Ömer Hayyam’ın yanına gider ve onun zevk-ü sefa içinde yaşadığı hayatı görür. Bu esnada, bir gün tartışırlarken, Hasan Sabbah’ın aklına hayatını değiştirecek bir plan gelir ve Rey şehrine geri döner. Cebinde epey bir birikmiş altını vardır. Bu şehirde Alamut adında zaptı imkansız denecek kadar zor bir kale vardır ve bu kalenin kumandanı zevke dalmış sarhoş birisidir. Hasan Sabbah bir gün, kendini bir dai gibi tanıtarak kaleye girer ve bir hileyle kaleyi ele geçirir. Burada, kendisini İsmaililer’in bekledikleri peygamber ilan eder ve bu sıfatla birçok yandaş toplayarak, aralarından seçtiği bazı gençleri fedai olarak yetiştirir. Bu kalenin arkasında, eskiden orada yaşayan Deylem krallarının yaptırdığı birbirinden güzel bahçeler vardır. Hasan Sabbah bu bahçeleri daha da güzelleştirerek tam bir cennet havasına sokar.
Birbirinden zor askeri eğitimler görüp, birçok dini bilgilerle donatılan fedai adayları,bir zaman sonra sınava tabi tutularak fedailiğe kabul edilip, İsmaili ordusunda saygın bir yere sahip olurlar.
Hasan Sabbah bu planı hayata geçirmeye başlamadan önce;Hindistan’da bir arkadaşının yanına gitmiş ve orada haşhaştan yapılan uyuşturucu hapları tanımıştır. Bu haplar içenleri uyutarak tam bir hayal aleminde yaşatma özelliğindedir. Hasan Sabbah bunların yapılışını öğrenir ve dönüşünde, hizmetkar yetiştirmrde uzman ve güzel bir kadın olan Apama’yı da beraberinde getirir. Kaleyi zaptettikten sonra, İran pazarlarından köle kızlar satın alarak, Apama vasıtasıyla onları yetiştirir. Aslında onlar, ilerde göz önüne serilecek sahte cennetin hurileridirler.
Her şey hazırlandıktan sonra,bir gün, o zaman kadar fedailerin henüz görmedikleri “Peygamber Seyduna” onları yanına çağırır ve onlara o gün cennetin kapılarını açacağını söyler.diğer tarafta, cennet bahçelerinde, cariyelere ne yapmaları gerektiği anlatılmış ve hata yapanın öleceği daha doğrusu öldürürleceği söylenmiştir; hepsi bu cennet senaryosundaki rollerini oynamaya hazırdırlar.
Fedaileriyle ilk defa yüz yüze görüşen Seyduna, onlara bahçelere giden gizli bölmelere gelmeden önce, zamanında Hindistan’da tanıştığı haplardan yedirir ve bahçelere dek onları uyumuş vaziyette kölelerine taşıtır. Bu uykulu yolculuk sırasında fedailer, cennet rüyaları görmektedirler; istedikleri her şey olmaktadır ve büyük bir zevk içinde, kelimenin tam anlamıyla uçmaktadırlar. Uyandıklarında hepsi birbirinden habersiz, ayrı ayrı yerlerde, başlarında birbirinden güzel ve çekici yedişer huri hazır bekler vaziyette bulurlar. Huriler, fedailerin sorularını büyük ustalıkla tezgahlanan yalanlarla savuştururlar ve bu seneryonun sahteliğinin ortaya çıkmasına engel olurlar. Hepsi fedailere hizmet için fırsat kollamaktadırlar.
O gün birbirinden güzel zevkleri tadan fedailer, cennetten yine uyutularak fakat kendilerinin hizmetkarı hurilerin hülyalarıyla ayrılırlar. Uyandıklarında, hepsi hurilerine kavuşmak arzusuyla yanıp tutuşan birer yürüyen ölüm olmuşlardır.
Giderek büyüyen bu tarikat tehlikesine karşı Selçuklular bir sefere çıkar. Kaleye, savaşmadan teslim olmasını önermek üzere gelen elçilere Seyduna, öğretisini önce sözlü olarak aşılamaya çalıştıysa da başarılı olamaz. Bunun üzerine, ilk kez olmak üzere kale sakinlerinin huzuruna çıkan peygamber, elçiler de dahil, herkesin gözü önünde, iki fedaisine ölmelerini emreder ve elçiler şaşkınlıkla oradan ayrılırken, Seyduna’ya inananların da imanları pekişmiştir.
Seyduna için artık intikam zamanı gelmiştir. En gözde fedaisi İbn-i Tahir’i yanına çağırır ve kenarında zehirli küçük bir hançercik gizlenmiş bir mektupla O’nu, kendisine büyük bir kuvvetle saldırmaya hazırlanan Nizam-ül Mülk’ü öldürmeye yollar. Gitmeden önce O’na Gazali’nin öğrencisi olduğunu ve O’ndan haber getirdiğini söylemesini ister ve öldürmeden önce, daha önce cennete girmeden içirdiği haplardan vererek içmesini emreder. İbn-i Tahir bir mürid kılığında Nizam-ül Mülk’ün çadırına girer ve çıkarttığı küçük zehirli hançerle ona bir hamle yapar. İğne Baş Vezir’in kulağını çizmiştir ancak zehiri çok tesirli olan bu hançerin öldürücü olması, bu çizikle mümkün olmuştur. Hasan Sabbah’ın yolladığı mektupta ise şu satırlar yazılıdır: “ Cehennemde görüşmek üzere; Hasan Sabbah.” Baş Vezir, ölmeden önce tüm bunların yalan olduğunu ve Seyduna’nın bir sahtekar olduğunu İbn-i Tahir’e anlatır ve O’nu öldürmesi için serbest bırakılmasını emreder. Bu sırada Seyduna, ikinci bir fedaisini Melikşah’ın üzerine salar. O da benzer şekilde görevini icra eder, ama hemen öldürülür; öldürülür fakat O, ölümün acı zehrini tatlı bir şerbet gibi, büyük bir hazla içmiştir.
Seyduna’ya ulaşan İbn-i Tahir, O’nu öldüremez ancak, Seyduna, gerçekte ne için yaşadığını anlatıp, yaşam felsefesini O’na aşılar ve O’nu göndererek kendisini yetiştirmesini ister ve bir gün kendi yerine geçeceğini söyler.
Hasan Sabbah, artık hedefine ulaşmış, muzafferdir.

3.ANAFİKİR:
Romanda anlatılanlar aslında, sadece bin yıl önce yaşanmış ve bitmiş olaylar değil, hala bu gün de yaşanan ve gelecekte de yaşanacak olaylardır. Ancak günümüzde durum daha vahimdir. Zira eskiden, bu tip sahtekarlara çok nadir rastlanırken ve insanlar buna daha az inançlı görünürken, şimdi bu çeşit vicdan sömürücüleri değişik kisveler alyında aynı faaliyetleri devam ettirmektedirler. Yani ortalık, Hasan Sabbah’larla doludur. Bize düşen, bir virüs gibi sinsice insana nüfuz eden bu kan emicilere karşı daima bağışıklık sistemimizi canlı tutmak ve onlara fırsat vermemektir.
Ayrıca, eğer insan yürekten inandıktan sonra, istediği her şeyi yapabilir. Kitap, bunu da vurgulamaktadır.

4. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
İsmaili Tarikatı: Dinde, geniş bir kuralsızlık anlayışına sahip, Hz. Ali’nin taraftarlığını yapan ve onun soyundan Mehdi namıyla bir kurtarıcı. Peygamberin dünyaya geleceğine inanan insanların oluşturduğu tarikat. H. Sabah, bu tarikatı kullanarak, birçok insanı kendi saflarına çekmiştir.
Alamut Kalesi: H. Sabbah bir hilyle ele geçirdiği bu kalenin eskiden yapılmış bahçelerini sahte bir cennet olarak kullanıp, özel talebelerinin tam bir fedai olmalarını sağlamış, bu zaptı zor kalede de Selçuklular’a karşı başarılı savunmalar yapmış, kısacası hayellerini bu kale vasıtasıyla gerçekleştirmiştir.
Hasan İbn-i Sabbah ( Seyduna ): İsmaili öğretisini kullanıp, bir hileyle ele geçirdiği Alamut Kalesi’nde peygamberliğini ilan eden bu şahıs, burada yetiştirdiği ölüm sevdalısı fedailerle, özellikle Nizam-ül Mülk’ten öc almayı, sonrasında da Selçuklu Devleti’ni yıkmayı hedeflemiş ve bunu da büyük ölçüde başarmıştır.
Kendisi, son derece zeki ve kurnaz, aynı zamanda da çok espirili birisidir.
Kendisini peygamber ilan etmesine ve yetiştirdiği insanlara dini bilgileri öğretse de, tamamen Allah inancı olmayan, her konuda geniş bilgiye sahip birisidir.
Nizam-ül Mülk: Gençliğinde H. Sabbah’ın yakın arkadaşı olan Nizam-ül Mülk, zamanla yükselerek, Büyük Selçuklu Devleti’nin baş vezirliğine kadar yükselmiştir. O da son derece zekidir ve yüksek meziyetli bir devlet adamıdır. Bir zamanlar kendi yardımıyla saraya aldırdığı Hasan Sabbah’ı yine saraydan kendisi uzaklaştırdığı için onun kinine maruz kalmış ve bu kin O’nun ölümüne yol açmıştır.
Ömer Hayyam: Büyük matematikçi ve astronomdur. O da Hasan Sabbah ve Nizam-ül Mülk’ün yakın gençlik arkadaşıdır. Hasan Sabbah’ın dünya görüşünü etkilemiş ve oluşmasında baş rolü oynamıştır. Hayatın gelip geçici olduğunu ve her zevkin zamanında yaşanması gerektiğini savunur.
İbn-i Tahir: Büyük bir ismaili daisi olan Tahir’in torunudur ve bu nedenle Alamut’a gelmiştir. Seyduna’nın en gözde fedaisidir. Nizam-ül Mülk’ü öldürmüştür.

5. Kitap Hakkında Şahsi Görüşler:
Kitap, yüzyıllar öncesi tarihten bir kesiti anlatsa da, günümüz dünyasına da ışık tutan ve çok önemli dersler çıkarılabilecek türden bir eser. Uzun olmasına rahmen, eline alan okuyucuyu kendine bağlayan, sürükleyici bir anlatıma sahip. Herkesin okuyabileceği, okuması gereken bir kitap.

6.YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ:
1903 yılında Trieste civarında küçük bir Sloven şehrinde dünyaya geldi. Fransız kültürü alan anne ve babasının etkisiyle, yirmili yıllarda Sorbon’da tahsil gördü. Yüksek öğreniminin büyük bir kısmını, anayurdunun başkenti olan Ljubljana şehrinde tamamladı. Öğrenim gördüğü dalları, bakış açılarına göre, gelişigüzel veya ansiklopedik olarak tanımlamak mümkündür: felsefe,psikoloji, (Bartol, Freud’un o zamanlar pek tanınmamış olan eserini çok erken yaşlarda keşfetmişti), biyoloji(hayatı boyunca kelebeklerin yaşamlarına hayran kalmıştı), dinler tarihi. Kısacası , son savaştan önce yoğun anlaşmazlıklar tarafından parçalanmış bir ülke için, hiç de uygun olmayan bir eğitim. Ljubljana, otuzlu yıllarda zıt ideolojilerin birbirleriyle şiddetle çatıştıkları bir şehir olmuştur.
İlk eseri olan Almaut’u 1938 yılında ana dili olan Slovence ile kaleme alarak tamamladı. İkinci Dünya Savaşı’nın karışık ortamında umduğu ilgiyi bulamadı. Hatta bir ara el altından satılarak tehlikeli bir kitap olarak kabul edildi. Bartol, savaş yıllarında vatanını işgal eden Alman ve İtalyan faşistlerine karşı mücadele etti.
Savaştan sonra kurulan Yugoslavya’da istediği ortamı bulamadığı için 1946 ile 1956 yılları arasında on yıl ikamet edeceği Trieste’ya yerleşti. 1956 yılında geri dönerek Alamut’u bir kez daha yayınlamayı başardı. 1960 yılında Yugoslavya yazarlar birliği başkanlığına seçilerek nihayet layık olduğu itibara ulaştı. Kitabı ise 1967 yılındaki ölümüne kadar bir daha yayınlanamadı. Herkes tarafından baş eseri olduğu kabul edilmesine rağmen sadece 1980 ve 1984 yıllarında iki baskı yapabildi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap