Mario Vargas Llosa bizi, hayatı boyunca ilkelerine sadık kalıp sömürgeciliğin karşısına dikilen, insandan yana duran ve eylemleri nedeniyle kendisine tezgâh açılıp ahlaksız yaftası yapıştırılan İrlandalı vatansever Roger Casement'la buluşturuyor.
Kelt Rüyası, bir yönüyle yüzleşme, öteki yönüyle hayli ağır bir vicdani hesaplaşma. Üstelik kitaptakiler, zaman içinde anlatılagelen ve yaşanmış bir hikâye. 'İlkin gezginliğe çıkman gerek, ancak sonra yurduna dönebilir, o zaman da ötekileri anlayabilirsin.'
Ludwig Wittgenstein
Mario Vargas Llosa, 2010 Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandığında gelen tepkiler çeşitliydi. Pek az ve sesi cılız çıkan kesim, Nobel'i Llosa'nın almasından dolayı memnuniyetsizliğini dillendirdi. Çoğunluk, yazarın hakkının teslim edildiği konusunda hemfikirdi.
Flaubert ve Hugo'dan etkilenen Llosa'nın eserlerinde, özgürlük ve adalet temaları öne çıkıyor. Bugünün, düşsel geleceğe kurban edilmesini yoğun biçimde eleştiren yazar, Latin Amerika'nın az gelişmişliğini ya da geç kalmışlığını güçlü kişilik, kurum veya mitolojik yapılardan medet umulmasına bağlar.
Nobel komitesi işte bu son nokta üzerinde biraz daha fazla durmuş; Llosa'yı, Latin Amerika'daki iktidar yapılanmalarıyla toplumsal ilişkileri ve bunlara karşı direnişi gözler önüne sermesi nedeniyle ödüle layık gördüğünü açıkladı. Kelt Rüyası, en azından büyük bir bölümüyle, o coğrafyadan uzağa; Afrika ve Avrupa'ya uzanıyor, sömürgeciliğin piyonu olmuş bir kahramanın yanına yolluyor bizi.
Uzak topraklarda kelt geçmişi
Romanın üç ana mekânı var: Kongo, Amazonlar ve İrlanda. Kahramanımız Roger Casement buralarda hep karşımızda. Llosa'nın ilk işi, Roger'ın kim olduğunu, nasıl bir aileden geldiğini ve nereye ait olduğunu anlatmak. Roger'ın ailesi, Büyük Britanya İmparatorluğu'nun klasik bireylerinden; İmparatorluğa bağlı ve devletin o dönemki sömürgeci politikalarını onaylamakla kalmayıp bunları ailenin genç üyelerine de benimsetme derdinde. Bu yüzden Roger, sürekli kahramanlık hikâyeleriyle büyütülüyor ve Afrika'ya 'medeniyet ve demokrasi' götüren 'iyi niyetli' büyüklerini adeta bir dev gibi görüyor:
'Afrika'ya Avrupa ürünlerini götürüp Afrika topraklarının ürettiği hammaddeleri ithal etmek, ticari bir operasyon olmanın ötesinde, tarihöncesine takılıp kalmış, yamyamlığa ve köle ticaretine dalmış halkların ilerlemesi amacıyla yürütülen bir girişimdi. Bu ticaret onlara modern, kültürlü, özgür ve demokratik bir Avrupa'nın dinini, ahlakını, yasalarını götürüyordu, sonunda o kabilelerin bahtsız insanlarını zamanımızın erkekleriyle kadınlarına dönüştürecek bir kalkınma hareketiydi bu. Britanya İmparatorluğu bu girişimle Avrupa'ya öncülük ediyordu.'
Roger'ın, yirmili yaşlarının başında Kongo macerasına atılmasını sağlayan şey, çocukluk ve ergenlik yıllarında dinlediği hikâyelerden daha 'iyi niyetli' görünüyor: Orada yerel halka yapılanlara yönelik şikâyetlerin doğruluğunu araştırmak. Ne de olsa 'putperestlikten ve yamyamlıktan kurtarılması amaçlanan' halkın dertleri dinlenmeli ve onlara şirin görünmeli!
Ama Kongo'da gezinen Roger, o zamanki Avrupa'nın epey derinlere gizlediği gerçekleri önümüze koyar. Suçluluk hali ve rahatsızlık, hatta utanma bunların başında gelir. İmparatorluklar uğruna yapılan ya da yapıldığına inanılan istilaların muhasebecisi gibidir Roger. Defterlerindeki notlar bunun kanıtı. Llosa'nın satırları da onların ana fikri: 'Çok sonraları, o yolculuk sona erip de raporunu yazarak Kongo'dan ayrıldığında ve Afrika'da geçirdiği o yirmi yıl yalnızca bir anıya dönüştüğünde, Roger Casement, kaç kez, burada gerçekleşen bütün o korkunç şeylerin kaynağında yalnızca bir tek sözcüğün bulunduğunu söyleyecekti kendi kendine: Açgözlülük.'
Kongo günlerinin, Roger'da vatanseverlik duygusunu açığa çıkardığı ve sömürgeciliğe lanet ettirdiği de ortada. Yalanlar ve gerçekler arasında sıkışmış kendisiyle yüzleşen bir adamla tanışıyoruz: 'Orada, Kongo'dayken, haksızlık ve şiddetle iç içe yaşarken, kolonyalizmin ne kadar büyük bir yalan olduğunu keşfetmiş, kendisini bir 'İrlandalı' olarak, yani bir İmparatorluk tarafından işgal edilip sömürülerek kanı iliği kurutulmuş bir ülke olan İrlanda'nın yurttaşı olarak hissetmişti.' Bir bakıma Kongo, Roger'ın köklerine yolculuğunu simgeliyor; Kelt geçmişini yeniden soluk alıp verir hale getiriyor.
'İngiltere'nin felaketi, İrlanda'nın sevinci'
Roger'ın ortalığı sallayacak 'Kongo Raporu'nu hazırladığı günlerde Llosa, yine onun başrole soyunduğu Amazonlar'a çevirir kamerayı. Kahramanımızın görevi Kongo'dakiyle aynıdır. 'Spor olsun diye' yerli öldürülüp öldürülmediğini araştırmakla görevlendirilen Roger'ın kafasında 'O korkunç şeyler Kongo'da gerçekleşebildiyse, Amazonlar'da neden olmasın?' sorusu canlanır. İki uzak yer; Kongo ve Amazonların, birbirine göbek bağıyla bağlı olduğunu düşünür. Mekânlar değişse de tezgâh üç aşağı beş yukarı aynı kalır: 'Meşrulaştırılan' kölelik, kılıfına uydurulan sömürü ve bunları besleyen devlet politikaları.
Roger, asıl barbarın kim ya da kimler olduğunu sorgular ve yanıtları tek tek bulurken Llosa da bizde belgesel kanalında bir program izliyormuşuz kanısı yaratır. Llosa iki boyutlu bir iş kotarır: Hem Roger'ın hayatını sunar hem de gittiği bölgelerde olup biteni.
Bu olup bitenlerden biri de Amazon yerlilerinin başlarına gelenlere dair Roger'ın tanıklık ettiği yaygın görüş: 'Pek çok yerli başına geleni, elle tutulur, kim olduğu belli bazı insanların kötülüğünün sonucu olarak değil, kaçışı olmayan mitsel bir afet, Tanrıların bir laneti, ilahi bir ceza gibi görüyordu.'
Roger'ın ahlak sorgulamalarına girişmesini, hatta kurulan tezgâhlardan midesinin bulanmasını sağlayan, hizmet etmeye zorlandığı işverenlerinin yalanlarından başka bir şey değil. 'Uygar dünyanın', yeryüzünün geri kalanını kendine benzetmek uğruna giriştikleri, Roger'ın benliğine ağır gelir: Sömürülenleri görüp onların topraklarında yaşadıkça İrlanda'yı hatırlar. Yani, 'gerektiği kadar öldürülen' her insan, Roger'a kendi halkını anımsatır: Bunun altında yatan anlam, sömürgeleşmenin ruhları yok eden eziciliğine karşı harekete geçme gerekliliğidir.
'Kongo Raporu'nun bir benzeri olan ve Amazonlar'daki, işkence ve kölelik yoluyla iktidarını sağlamlaştıran sömürgeci güçleri eleştirdiği 'Mavi Kitap'ı yayımlayan Roger, bir kez daha başta İngiltere olmak üzere Avrupa'da büyük sarsıntı yaratır. 'Kongo Raporu'nun yayımlanmasının ardından olduğu gibi 'Mavi Kitap' da insanların diline düşünce Roger İrlanda'nın durumunu hatırlar ve eski bir söze sarılır: 'İngiltere'nin felaketi İrlanda'nın sevincidir.'
Tutsak vicdan
Yeryüzünün çeşitli bölgelerinde gezip gördüklerini kaydeden Roger'ın kendi köklerine dönmesini sağlayan bu olaylar, onu dünya vatandaşı yapar; artık 'evrensel bir İrlandalı'dır. Bağlı bulunduğu Kelt ruhunun ne demek olduğunun da farkındadır: 'İrlanda insanının ruhu, hayata geçirilmesi mümkün olmayan ruhtu belki de ama adalet, eşitlik ve mutluluk gibi en cüretkâr emelleri beslemede sınırsız bir cömertlik dengeliyordu o ruhu. Yenilgi kaçınılmaz olduğunda bile.'
Gerek ülkesinden uzak kaldığı yıllar gerekse bu ruh, Roger'ı İrlanda'da Britanya İmparatorluğu'na karşı başlatılan direnişle buluşturur. Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi ve İngiltere'nin Almanya'ya savaş açmasıyla, İrlanda'daki direnişçiler Birtanya'ya karşı örgütlenir; Almanlar, bu örgüte destek çıkar ve Roger da o grubun başını çeker.
Oysa gerçekte Almanya'nın İrlanda'nın kurtuluşuyla ilgili herhangi samimi bir düşüncesi yoktur; sadece cepheleri için atılan stratejik bir adımdır bu. Anlaşılacağı üzere Roger bir kez daha, bu kez Almanlar tarafından kandırılır.
Hepsi bir yana, Roger Casement'ın mücadelesi, görevlendirildiği yerlerdeki çalışmaları ve geri dönüşünde, İrlanda'nın bağımsızlığı için örgütlenme faaliyetlerine girişmesi, onun 'vatan hainliği'yle suçlanmasına zemin hazırlar. İdamı beklediği günlerde 'cinsel sapıklık' da dahil olmak üzere pek çok karalama kampanyasıyla yüzleşmesi durumu özetler. Onun günlüklerinden yola çıkanlar, bu karalamalar konusunda ikna olmuş gibi. Ama Llosa şüpheci; evet, günlükler var fakat oradaki her şey gerçek ve yaşanmış mı? Llosa, günlükteki bazı şeyleri Roger'ın yaşamayı istediği ancak yaşayamadığı için yazdığı görüşünde.
Neyle suçlanırsa suçlansın ya da hangi karalama tezgâhına kurban giderse gitsin hiçbiri, Roger Casement'ın sömürgecilik karşıtı duruşunun, insan haklarını ve yerli kültürleri savunuşunun üstünü örtemiyor.
İdama yürüdüğü son günlerinde dine yaklaşma eğilimi gösterse de Roger, hücresinde Peder Carey'le yaptığı konuşmalarda Tanrı sorgulamalarına da aynı görüşlerinden dolayı girişir. Kongo ve Amazonlar'daki deneyimlerinden hareketle 'Hangi Tanrı, insanların katline ve acı çekişine göz yumar, böyle bir Tanrı olabilir mi?' diye çıkışır. Llosa, romanda her ne kadar güdük ve sönük kalan anti emperyalist bir anlatımla sesleniyorsa da, Roger aracılığıyla, tutsak edilse bile sağlıklı bir vicdanın var olduğu sanılan Tanrı'dan daha adil olabileceğini gösterir bize.
Kelt Rüyası/ Mario Vargas Llosa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap