Aziz Nesin
POTİNBAĞI SENFONİSİ
Dört numaralı hücrede kısacık, sıskacık sanık, içi boş kömür çuvalı
gibi köşeye yığılıp kalmış. Üç gündür burada. Açlıktan, soğuktan, hepsinden
de daha çok yalnızlıktan üşümüş, büzülmüş, uyuşmuş...
Dört numaralı hücrenin eni iki, boyu üç, yüksekliği de iki buçuk
metre, yani onbeş metreküp hacminde.
Dört numaralı hücrenin penceresi yok.
Dört numaralı hücrede ışık da yok.
Dört numaralı hücreye tıkarlarken sanığın kravatını, pantalon
kemerini, kayısıyla birlikte kol saatini, anahtar zincirini, ayakkabılarından
söktükleri potinbağlarını almışlardı; hücrede bunlarla kendini asmasın
diye... Ceket yakasının altına sokulu iki topluiğneyle, dolmakalemini de
almışlardı; bunları bir yerine batırıp kendini öldürmesin diye.
Dört numaralı hücredeki sanığın yaşamasını istiyorlardı.
Dört numaralı hücreye gün ışığı girmediğinden sanık, üç gündür
yaşadığı zamanın gece mi, gündüz mü olduğunu bilmiyordu.
Dört numaralı hücredeki sanık, saatin kaç olduğunu da bilmiyordu.
Üç gündür hurdaydı ama o beş yada on gün oldu sanıyordu buraya
sokulalı.
Dört numaralı hücredeki sanık kendi üstüne katlanıp kıvrılmış, içine
kapanıp büzülmüştü tostoparlak.
Dört numaralı hücrenin kapısında eni boyu bir karışlık bir delik
vardı; bu delik sürgülü bir tahta kapakla kapalıydı. Bu tahta kapağın altında
bir de örgütel kapıyordu deliği.
Dört numaralı hücrenin nöbetçisi sık sık kapı deliğinin sürmeli
kapağını açıp, sanığı içerde ne yaptığını gözledikten sonra yine kapıyordu
sürgülü kapağı.
Dört numaralı hücredeki üşümüş, büzülmüş, uyuşmuş, kısacık,
sıskacık sanık, kendisinin yokluğunda, evdeki kedisinin aç kaldığım
düşünüyordu. O düşünürken, çat, kapı deliğinin sürgülü kapağı açılıyordu.
Çat, kapanıyordu.
Dört numaralı hücredeki sanık, su verilmediğinden saksıdaki
çiçeklerinin kuruyacağını düşünüyordu; kapak açılıyordu, çat...
Dört numaralı hücredeki adam, hepsinden çok, hiç görmediği Paris'i
düşünüyordu nedense. Çat!... Kedi... Çiçek... Paris... Çat!... Çiçek!... çat!...
Kedi Paris çat! Pa ke çat di çek çat ris pat...
Dört numaralı hücredeki kısacık, sıskacık sanığın beyninde
düşünceler, kulaklarında sesler büyüyordu En küçük bir çıt, kulaklarında
depremle yıkılan koca bir yapının gürültüsüyle uğulduyordu.
Çıt! Dışarıdaki elektrik düğmesi çevrilmişti. Dört numaralı hücrenin
on mumluk lambası yandı. Tozla örtülmüş lambanın üstüne ayrıca örgütel
çevrilmiş olduğundan lambanın ışığı on mumdan çok daha azdı.
Dört numaralı hücrenin kapısı açıldı, içeri giren sivil polisti, yine
kapandı kapı.
Sanık, uyuşup büzüldüğü köşeden kalktı.
Ellerini arkasında kavuşturmuş olan sivil polis iriyarıydı.
öksürük düosu
Bisüre bakıştılar birbirlerine. Sanık belli belirsiz öksürdü. Sivil polis
de öksürdü. Sanık yine öksürdü ölgün sesle... Sivil polis daha üst perdeden
öksürdü. Sanık yine öksürdü yavaşça. Polis daha yüksek sesle öksürdü.
Sanığın her öksürüğünü, polis daha sesli öksürükle bastırıyordu. Polis öyle
hızlı öksürdü ki, sanık artık öksüremedi.
Adagio
Sonra bakıştılar. Polis öyle sert baktı ki, sanık artık ona bakamadı,
başım aşağıya eğdi. Polis, bikaç kez sanığın çevresinde dolanıp onu
yukardan aşağıya, aşağıdan yukarıya süzdükten sonra, ılımlı bir sesle,
— Merhaba... dedi. Sanık ürkek,
— Merhaba... dedi.
Polis utangaç bir sesle sordu:
— Adın ne senin?
— Mutira.
— Efendim?
Yine birden toparlanıp bağırdı:
— Ha?
— Mutira.
Susuştular bisüre. Polis, arkasına kavuşturulmuş ellerini sarkıttı,
tepesinden baktığı sanığın iki adım uzağına çekildikten sonra tatlı sesle
konuştu:
— Daha yeni polis oldum. Bir haftalık polisim ben...
Bana verilen ilk önemli iş, sizsiniz.
Davranışları, bir dostuyla dertleşircesineydi:
— Sorulanların hiçbirine cevap vermiyormuşsunuz. Öyle söylediler.
Dediler ki bana, anlattır ona her şeyi, öyle dediler. Söyleyeceksiniz, bana
anlatacaksınız.
Sustular ikisi de...
— Bana anlatmanız gerekli... Anlıyor musunuz Bay... Bay... neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira, anlatmalısınız, açıklamalısınız... Çünkü bu, bana
verilmiş bir ödev. Bu, ilk önemli isimdir, başaramazsam olmaz... Beni
anlıyorsunuz, değil mi?
Sustu bir süre....
Andante
— Susmayın rica ederim. Anlayın beni, anlayın... Yoksa... Nasıl
söyleyeyim, sizi konuşturmak zorunda kalacağım... istemiyorum böyle bişey
yapmak... Anlatabildim mi?
Yine sustu, bisüre.
— Beni, istemediğim bişeyi yapmak zorunda bırakmayın Bay...
neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira, rica ederim, anlayışlı olunuz, lütfen konuşunuz...
Sizi hiç tanımıyorum, kimsiniz bilmiyorum. İlk görüyorum sizi. Siz de beni
öyle... Tanışmıyoruz ki... İlk görülen, daha yeni tanışılan bir adamı dövmek
zordur; kolay iş sanmayın. Ama bana... döveceksin dediler, konuşmazsa,
anlatmazsa döveceksin, dediler...
Polis bir adım daha geri çekildi. Sanık da ona bir adım yaklaştı.
— Sonra biliyor musunuz, ben hayatımda hiç kimseyi dövmedim.
Yapamam... Bakmayın siz benim böyle boyluboslu oluşuma... Yufka
yürekliyimdir, yumuşak huyluyumdur... Hiç kimseyi dövmedim hayatta,
çocuklarımı bile...
Bir adım daha geri çekildi, sanık da ona bir adım daha yaklaştı.
— Ama siz bana kötülük ediyorsunuz konuşmamakla... Sizi
konuşturamazsam, beni kovarlar işimden... Oysa daha yeni girdini mesleğe.
Beni atarlar işimden diyorum Bay... neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira beni atarlar... Yine işsiz kalırım sonra...
Polis bir adım daha geri çekilmek istedi, duvara dayandı, hücrede
çekilecek yer kalmamıştı. Sanık ona iyice sokuldu.
Vicdanınız elverir mi benim işsiz kalmama... iki çocuğum var, Bay...
neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira, iki çocuğum var.
Polis bitkin duvara yaslanmıştı.
— Ne zor!... Allahım, ne zor!... Tanımadığın, aranda geldi geçti
olmamış birini dövmek durup dururken ne zor...
Yaslandığı duvarın dibine çömeldi.
— Tanıdığım olsa bile dövemem ki... Size yalan söyleyecek değilim
ya, ben hiç kimseyi dövmedim, ama çok dayak yedim. Annem babam
döverlerdi beni, öğretmenlerim de döverlerdi... Arkadaşlarım da çok dayak
attı bana...
Çömeldiği yere çöktü.
— Ben aylarca işsiz kaldım, geçim çok zor... Polisliğe girene kadar
neler çektim, neler, bir bilseniz. Anlatsam acırsınız bana... İşte onun için ya,
görevini yapamıyor diye polislikten çıkarılmak istemiyorum... Ne olur, bana
yardım edin...
Polis, ölgün sesle kesik kesik öksürdü. Başucunda ayakta duran
sanık da öksürdü. Bir o, bir öbürü öksürüyordu, (öksürük düo'su.) Polis
kesik kesik iniltiyle öksürdükçe sanığın öksürükleri daha sertleşiyordu. Polis
birden ayağa fırladı, bağırdı:
— Ama siz bana işkence ediyorsunuz... Hakkınız yok buna Bay...
neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira, rica ederim, size dayak atmak zorunda bırakmayın
beni... Elimden gelmez diyorum size yapamam... Rica ederim, çok rica
ederim, söyleyin, konuşun...
Sustu bir süre, sonra uyumlu bir sesle konuştu:
— Sizi anlamıyor değilim, ama, siz de beni anlayın ne olur...
Kendimi sizin yerinize koyuyorum; diyorum ki kendi kendime, ben bu
adamın yerinde olsam, kendiliğimden, yani dayak yemeden söyler miydim?
Onun için, ne olur, sizde kendinizi benim yerime koyun. Polislikten kovulup
yeniden işsiz kalmamı, çocuklarımın açlık çekmelerini ister misiniz?
Gördünüz mü, istemezsiniz tabi!... öyleyse anlatın.
Beni, sizi dövmekle görevlendirdiler. Sizi konuşturabilir-sem, bu,
benim mesleğimde ilk başarım olacak... Yardım edin bana, ne olur!..
Polis, yumruğunu öbür elinin ayasına vura vura hücrede dolaştı,
kendi kendine konuşmaya başladı:
— Hey Allahım, sen bana kuvvet ver!... Sen bana cesaret ver...
Durup dururken bir adam nasıl dövülür canım...
Allahım!...
Sanığa döndü:
— öyleyse siz yardım edin bana, hiç olmazsa siz yardım edin. Beni
kızdıracak, çileden çıkaracak bişey yapın ki döveyim sizi... Bişey yapın, bişey
söyleyin Bay... neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira, beni kızdırın biraz ne olur canım, kızdırın da
döveyim sizi, yalvarırım, ne olur...
Bir zaman yalvardı sanığa, ama yalvarmalarının işe yaramadığım
anlayınca,
— Siz de hak verirsiniz ki, dedi, artık benden günah gitti. Siz
dayağa kaşındınız... Ama ben... ben... ben...
Sustu. Tatlı bir söyleyişle,
— Size bişey itiraf edeyim mi, dedi, ben bugün bir polisim ya,
Allanın bir lütfudur benim polis oluşum. Bikaç gün daha işsiz kalsaydım,
çok kötü olacaktı, çalacaktım çünkü... Polis olamazsam hırsız olacaktım
ben... Ama polis oldum işte... Belki de siz polis olmadığınız için... Hayatımı
anlatayım size, dinlemek ister misiniz?
Polis de, sanık da yere oturdular karşılıklı.
— Ben çok acı çektim, çok çile çektim Bay... neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira. Size bişey söyleyeyim ama, aramızda kalsın, emi,
beni de dövmüştü bikez polis... Şimdi beni daha iyi anlıyorsunuz değil mi?
Beni dövdüler karakolda, sonra suçsuz olduğum anlaşılınca bıraktılar.
Suçsuzluğum anlaşıldı ama, ben gerçekten suçsuz değildim ki... Yalan
söyleyip kurtuldum. Siz de bir yalan söyleyin... (Bağırdı.) Yalan söyleyin
canım... Yalan söyleyin de, ben de yalan söylüyorsunuz diye sizi döveyim...
Sustular.
— Ama ben sizi konuşturmadan bu kadar uzun zaman yanınızda
kalamam ki... Sonra üstlerim kızar bana. Onca zaman sanığın yanında ne
yaptın, diye sorar bana üstlerim. Siz benim ekmeğimle oynuyorsunuz,
işimden edeceksiniz beni...
Ayağa kalktı, sanığı da yakasından tutup, bir boş çuval gibi kaldırdı.
Sonra bir elini dostça sanığın omuzuna koyup»
— Siz, dedi, bir sanık olarak konuşmamakta haklısınız. Ama ben
de bir polis olarak sizi söyletmek için dövmekte haklıyım, öyle değil mi?
Bunu kabul ediyorsunuz umarım.
Ama bana görevimi yapmam için hiç yardım etmiyorsunuz ki... Sizi
dövmem için bir sebep yaratın, işimi kolaylaştırın, ne olur; küçücük bir
yardımda da mı bulunamazsınız?
Birden elini havaya kaldırdı, ha vurdu ha vuracak... Sonra iki kolu
da aşağı sarktı. Böylece bunu bikaç kez daha denedi, ama her seferinde de
havaya kalkan eli sanığa vuramadan aşağı düştü.
İki eliyle sanığın iki omzundan dostça tutup babacan bir sesle
konuştu:
— Sizinle bir anlaşma yapalım, gelin. Ama aramızda kalsın, gizli bir
anlaşma. Sanki sizi dövüyormuşum gibi bağırın... Yüksek sesle yalvarın
bana. Canınızı acıtıyormuşum gibi öyle bir bağırın ki, dışardan bağırmanızı
duysunlar da, sizi dövdüğümü sansınlar... Olur mu Bay... neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira, anlaştık mı? Hadi, dayak yiyormuş gibi bağırın
bakalım...
Eğilip yerden bir değnek aldı,
— Hah, dedi, işte ben de bu sopayla o yana bu yana vurur, sizi
dövüyormuş gibi gürültü çıkarırım. Anlaştık değil mi, hadi başlayın
bağırmaya... Çok bağırın da dışardan duysunlar... Hadi! Sustu.
— Çok inatçısınız Pay... neydi?
— Mutira...
— Bay Mutira, sizin yerinize ben bağırırdım dayak yiyormuş gibi
ama, sesimi tanırlar, yoksa... Sonra çakarlarsa kovarlar beni polislikten.
Yalvarmaya başladı:
— Acıyın bana ne olur, yalvarırım size... Bir iyilik edin...
Ya arılatın kendiliğinizden, yada sizi dövmem için bir bahane
yaratın... Biraz kızdırın beni, sinirlendirin...
Allegro
Polis, ellerini göğsünde çaprazlayarak, sonra çözüp arkasında
kavuşturarak bir zaman sanığın çevresinde dolandı, sonra bir omuz vurup
yıktı yere sanığı. Yaptığı kabalığa pişman olup,
— Pardon... dedi, sanığın kalkmasına yardım etti.
Yine dolandı çevresinde, bir dirsek atıp yere yıktı bir daha. Sanığı
düştüğü yerden kaldırıp,
— Siz de bana bişey yapsanıza! diye bağırdı.
Kendi kendine,
— Kızamıyorum, kızamıyorum... Olmuyor... diye söylendi.
— Yine potinbağı çözülmüş... diye eğildi, ayakkabısını bağlarken,
öyle hızlı çekti ki, potinbağı kopup ikiye bölündü.
— Sağlam bişey yapmıyorlar ki... diye bağırdı, hep çürük çarık
potinbağları... Alçak herifler!... Her hafta potinbağı alınır mı be... Haftada bir
elli kuruş ver, potinbağı al işin yoksa...
Gittikçe kızıyordu, kızdıkça bağırıyordu:
— Sağlam bir bağ yapsalar ne olur... Ne olur sanki...
Bir çekişte kopuyor işte... Dolandırıcılar!...
Öyle kızgınlıkla bağırıyordu ki, sanık korkudan titreyerek köşeye
sığınmıştı.
— Daha bağlarken kopuyor... Alçak! Namussuz!... Eşşoğlu eşşek!...
Birden kendini kaybedip sanığın suratına hızlı bir tokat indirdi.
Sonra yaptığı işe şaşarak, tokatı attığı eline şaşkınlıkla bisüre baktı, birden
bir tokat daha attı...
Sevinçle,
— Vurdum... Dövüyorum!... diye söylendi, dövüyorum artık Bay...
neydi?
— Mutira.
— Bay Mutira, dövebiliyorum...
Sanık,
— Bundan sonra artık hep döversiniz... dedi.
Polis, sille tokat, tekme yumruk girişti, sanığı dövmeye, duvardan
duvara çarpmaya başladı, biyandan da bağırarak sövüyordu.
İÇİP İÇİP AĞLAMA ROMANSI
Sarı Tahsin, meyhanesinin önüne bu balık ağlarını dekor olsun diye
asmadı. O mantarları da süs olsun diye koymadı meyhane penceresinin
önüne. Onlar kendiliğinden öylece konulmuştu oralara; burda herşey
öylecene, herşey kendiliğinden... Balıkçı kayıkları da çakıllı kıyıya süs olsun
diye çekilmemiş... Sarı Tahsin, meyhanesini bile isteyerek, düşünerek deniz
kıyısına kurmadı; başka biyer aklına gelmemişti de ondan... Bu kıyı
kuytusuna, saç, bez, çuval, teneke, oluklu saç, paslı teneke, eski varil, delik
bidon, tahta, taş, kerpiç, katranlı kâğıt, surdan burdan eline ne geçtiyse
topladı, sonra bunların hepsini birleştirip, buraya bir meyhane kuruverdi.
İki küçük penceresiyle, bir de kapısı var meyhanenin. Pencereden
baktın mı, balıkçı kayıklarının kalkık burunları arasından ve asılı balık
ağlarının arkasından karşı kıyıyı görürsün. Sarı Tahsin, manzarayı kapıyor
diye bahkağlarını kaç kez kaldırtmak istedi de, kimi müşteriler karşı koydu.
Meyhanenin her biyanı sarmaşıkla sarılmış, salt iki küçük
pencereyle bir de kapı kalmış sarmaşıkla örtülmeyen. Yediveren kayısı gülü
de, bütün çatıyı sarmış. iki pencerenin önü çepeçevre hanımeliyle donanmış.
Arka yan, filbahrilerle, yabangülleriyle dolu... Meyhanenin kapısı önünde bir
asma çardağı var, altında altı masa durur. Güneş batıp da iyice gölge düştü
mü, bütün masalar çardak altına çıkarılır. Burda her ne varsa, hepsi
kendiliğinden olmuş, ta eskidenberi varmış gibi gelir insana; sanki dünya
dünya olalıberi bu meyhane işte böylece burdaymış da, sonradan San
Tahsin gelip girmiş içine...
Yeşil Renkli Namus Gazı Operası - Aziz Nesin
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap