Fiskadoro, Fiskadoro... Uykuya dalmak üzereyken, kulaklarımıza fısıldanan bir sözcük gibi. Onun, aslında bir çocuğun ismi olacağını tahmin etmek kolay değil. Daha çok, masal dünyasının gizemlerini taşıyan bir ses. Aslında bir bakıma öyle. Denis Johnson'ın geleceğimize dair bir tablo çizdiği romanı, gerçekle masal arasında bir yerlerde duruyor. Masal, çünkü Johnson'ın anlattıkları, gelecekte dünyanın nasıl bir yer olacağına dair eşsiz bir düş gücünü yansıtıyor.
Gerçek, çünkü anlatılanlar, ne kadar karanlık olsalar da insanoğlunun doğasına yabancı değil. 1949'da, Amerikalı bir subayın oğlu olarak Münih'te doğan ve çocukluğunu Tokyo, Manila ve Washington'da geçirmiş olan Johnson'ın, dünya haritasının iki ucunda bulunan toprakların kokusunu sindirerek büyümüş olması, Fiskadoro'yu özel kılıyor. Kitap, satırlarını sunmaya başlamadan önce 'kırk millet'ten insanı bir araya toplamış da okur karşısına öyle çıkmış gibi. Dünya'nın başına bir felakettir gelmiş, Asya hiç olmuş, Avrupa ve Afrika'nın adı geçmiyor, ama felaketten kurtulmayı başaranlar, gelecekte yine farklı kimlikler ve farklı geleneklerle, Amerika'nın bir yerlerinde yaşamaya devam ediyorlar.
Denis Johnson'ın çizdiği gelecek resmini incelemeye başladığında insan doğal olarak alıştığı verilerden yola çıkmak istiyor. Daha doğrusu, özellikle günümüzde sürekli arayıp sorduğumuz, gerekli mi, gereksiz mi diye hiç sorgulamadan peşine düştüğümüz ayrıntıları talep ediyor öncelikle. Ne olmuş, dünyanın, insanoğlunun başına ne gelmiş, sene 2000 kaç, nerede yaşıyorlar bu insanlar, kim kimdir? Bu tür sorulara net yanıtlar gelmeyince de sabırsızlanıp huysuzlanmaya başlıyor insan. 'Ayrıntılı' bilgiler çok değilmiş gibi geliyor. İlk bakışta, Fiskadoro, on iki-on üç yaşlarında bir erkek çocuk, babası Jimmy, okyanusa açılıp balık getiren insanlardan. Annesi Belinda, Fiskadoro'nun iki küçük kardeşi Drake ve Mike ile uğraşarak, komşularıyla sohbet ederek geçiriyor günlerini. Fiskadoro ve ailesi, Ordu denilen bir yerde yaşıyorlar. Fiskadoro'nun, büyük büyük babalarından kalmış bir klarneti var.
Genç çocuk, kitabın başında bu klarneti alıp, Ordu'dan birkaç kilometre ötedeki Twicetown'da yaşayan Bay Cheung'a gidiyor. Bay Cheung, Miami Senfoni Orkestrası'nın müdürü ve Fiskadoro ondan ders almak istiyor. Bay Cheung'un büyükannesi, Büyükanne Wright, yüz yaşının üstünde, yarı Çinli bir kadın. Dünyanın en yaşlı insanı. Ve sağda solda birkaç isim daha var... Başta 'dağınık' gelen bu parçalar, yavaş yavaş yerlerine oturmaya başlıyorlar. Örneğin, insanların kılık kıyafetleri ve yaşadıkları yerler hakkındaki bilgiler, romandaki geleceğin bugünkü uygarlık seviyemizin çok gerisinde olduğunu ortaya koyuyor. Sonra, bir noktada, 'tabloyu çok net ortaya koymadığı' için yazara olan kızgınlığınız uçup gidiyor.
Çünkü bu net olmayan, okuru afallatan dünya aslında aynen öyle. Romandaki insanlar işte tam da böyle hissediyorlar. Ne parayı tam olarak biliyorlar, ne adamakıllı bir uygarlık seviyesine ulaşmışlar. Bunlar çok da önemli değil üstelik, okurun da kafasını karıştıran başka birçok konu var ki, romandaki karakterleri esas onlar mahvetmiş: Hedef yok, tarih kavramı önemini yitirmiş, inanç büyük bir eksiklik...
Ama felaket sonrasındaki dünyada yaşayanların çoğu, hayatlarındaki eksikliğin ve boşluğun nelerden kaynaklandığının bile farkında değil. Kafalar karmakarışık. Kutsal kitaplar ve din konusu, ancak kulaktan dolma aktarımlarla yer alıyor hayatlarında. Ölüm, hastalık, geçmiş ve gelecek de öyle... Kim demiş, doğrusu nedir, belli değil. Tüm bunları fark ettikçe, gelecekte feleğin tokadını yemiş ve bu tokadı da besbelli ki korkunç bir savaş yüzünden kendi kendine atmış insanoğlunun garip hallerine alışmaya başlıyorsunuz. Çünkü anlatacak, yol gösterecek, eskileri aktaracak biri yok. Bay Cheung'un, denizin ötesinde ne olduğunu soran Fiskadoro'ya dediği gibi, belki sadece Büyükanne Wright biliyor eskileri. Artık gerçekle hayali birbirinden ayıramayan büyükannenin bildikleri de, insanoğlu için tam bir felaket:
Cehenneme dönmüş Saygon ve babası intihar ettikten sonra, aklını yitirmeye başlayan annesini de ardında bırakıp Amerika'ya, Seattle'daki dayısının yanına gitmeye çalışan on altı yaşındaki Marie... Büyükanne Wright'ın, yani Marie'nin Saygon'dan ayrılış macerası, kimsenin kimseye merhamet göstermediği bir kâbus ve bu kâbusun bir aşamasında, bindiği helikopter düşünce okyanusta iki gün geçiren Marie'nin öyküsü, kitabın en çok merak edilen ve en 'derine dalan' bölümlerinden biri. O kadar ki, onun adının geçtiği bölümler, kitabın gerçek kahramanının Fiskadoro değil, Marie olduğunu bir sır gibi fısıldıyor. Fiskadoro gölgede mi kalıyor o zaman? Hayır, onun da başına bir değil, birkaç felaket geliyor. Önce, romanın başlarında babası ölüyor, sonra, cinselliği konusunda düşüncelere dalan genç adam, dürtülere dönüşen bu düşüncelerinin neden olduğu bir 'yanlış yol'a sapma sonucunda, 'bataklık insanları' denilen insanlar tarafından korkunç bir geleneğin kurbanı oluyor. Anlatmak zor, okurken de zorlanıyor insan ve Denis Johnson da olanı biteni alabildiğine insafsız aktarıyor. Tıpkı romandakilerin yaşadığı gibi...
Fiskadoro'yu, kendi başına taşıdığı önemin ötesine taşıyan birçok ayrıntı da var kitapta. Kutsal kitaplardan alıntılar, Bob Marley ve Jimi Hendrix şarkıları, farklı dinlerin ve farklı kültürlerin yansımaları... Geçmişte okuduğunuz birçok kitap, dinlediğiniz şarkılar, belki de birçok gizli ayrıntıyı keşfedip Fiskadoro'yu daha güçlü hissetmenizi sağlayabilir. Gelecekte geçmişin izlerini bulmak, sizi okur olarak çok daha fazla tatmin edebilir. Ama sadece Fiskadoro'yu okuyor olmak bile yetiyor insana, insana dair duyguları ve düşünceleri ölçüp biçmek için. Romandakiler de öyle yapıyor. Ellerinde ne varsa, tarihten yoksun bir şekilde düşünüp sonuçlar çıkarmaya uğraşıyorlar. Kendisini onlara çok da yakın hissedemiyor insan belki, ama gelecekte kendimizin veya torunlarımızın böylesine 'sil baştan' bir dünyada yaşayacağını okumak yeterince sarsıyor insanı.
Romandaki karakterlere dönüşmemizin çok da uzak bir ihtimal olmadığını görmek, on altı yaşındaki Marie'nin bütün felaketlere rağmen hayatta kalıp, koltuğunda kafasının içinde bambaşka bir dünyanın izlerini bulmaya çalışan, yüz yaşını geçmiş Büyükanne Wright'a dönüşmesinin çok da uzak bir ihtimal olmadığını görmek, Denis Johnson'a gizli bir öfke duymamıza bile neden oluyor. Çünkü Fiskadoro'nun, bu güzel ismin, güzel bir geleceği anlattığına inanmak istiyor insan. Ama ne yazık ki Fiskadoro, kumsaldaki kumların insanın geçmişinin üzerini örttüğü, merhamet ve inanç duygularının unutulup gittiği karanlık bir dünyanın izlerini taşıyor.
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap