Translate

İzleyiciler

8 Kasım 2011 Salı

Üçüncü Polis / Flann O'Brien

Kuralsız ve lanetli bir yerde

James Joyce ve Samuel Beckett'la beraber İrlanda edebiyatının en önemli üç yazarından biri sayılan Flann O'Brien ya da gerçek ismiyle Brian O'Nolan, Üçüncü Polis adlı romanıyla gerçekliği, gerçeküstünü ve gotik olanı birleştirip insanın mekanikleşmesini kara komedi biçiminde okura sunuyor.
İrlanda edebiyatı denilince akla James Joyce ve Samuel Beckett'ın gelmesi hayli doğal. Bu iki isme bir tane daha ekleyebilirsiniz: Brian O'Nolan ya da nam-ı diğer Flann O'Brien. Joyce ve Beckett gibi iki ustanın sözü geçerken O'Brien da nereden çıktı diyebilirsiniz, fakat hemen hatırlatmalı, yazdıklarıyla Joyce ve Beckett'ın dikkatini çeken, övgülerini kazanan biri O'Brien.

İngilizce eğitim almasını istemeyen babası yüzünden on iki yaşına kadar evde öğrenim gören, 1929'da Dublin Üniversitesi'ne devam ederken münazara kulüpleri sayesinde yeteneğinin farkına varan ve ilk romanı At Swim-Two-Birds 1939'da yayımlanan O'Brien'ın ikinci romanı Üçüncü Polis'in durumu ise karışık. Bir bakıma ıska geçilmiş roman sayılabilecek bu kitap, O'Brien hayattayken değil, ancak ölümünden sonra, 1967'de okurla buluştu.

'Cinayet Zanlısı'nın İzleri


Üçüncü Polis, hem biraz absürd hem de gerçeküstü özellikler taşıyan bir roman. Öte yandan, yazarın yaşadığı dönemde (bugün hayli naif sayılabilecek biçimde) makineleşme veya mekanikleşme olgusunu da işliyor. O'Brien'ın karakteristik yazma biçemi olan deneysel romanın önemli bir örneği aynı zamanda.

Romanın başlıca niteliği, okuru sürüklediği güvensiz, savunmasız, gerçeküstü, hatta gotik ve tekrarlayan zaman içinde sıkışıp kalan anlatımı. Dolayısıyla ortada, kitabın çevirmeni Gülden Hatipoğlu'nun da dediği gibi 'tekinsiz bir durum' var.

Kitap boyunca anlatıcı kimliğiyle bizle konuşan isimsiz kişi, dünyadaki durumunun farkında olan, kendisini filozof De Selby'nin çalışmalarına kaptırmış ve 'ilk ciddi günahını De Selby için işlediğimi hatırlamanın anlatacağım hikâyede önemli bir yeri olabilir' diyen bir 'cinayet zanlısı.' Parasını alıp hayranı olduğu De Selby üzerine hazırlayacağı kitabı finanse etmek uğruna ihtiyar Mathers'ı 'öldüren' bir adam.

Aslında bu öldürüm, anlatıcının hayalle gerçek arasında gidip geldiği, sanrılar yaratan ya da O'Brien'ın, okuru böyle yönlendirmek istediği tuhaf bir manzara yaratır. Katil anlatıcı, ihtiyarın evine para kutusunu almaya gittiğinde Mathers'la karşılaşır; onun ölü olup olmadığını tam da kavrayamadığı zaman dışı bir konuma geçer:

'Karşımda oturan adam, ihtiyar Mathers'ın ta kendisiydi. Sessizce beni izliyordu. Ne hareket ediyor ne de konuşuyordu; elini yavaşça lambaya uzatması, baş ve işaretparmaklarını fitil düğmesi üzerinde nazikçe çevirmesi dışında bir ölüden farkı yoktu (') orada öylece birbirimize bakarak ne kadar durduk, hiç bilmiyorum. Hiçbir tanıma ve algıya sığmayan o zaman aralığında yıllar ya da dakikalar aynı hızla akıp gitmiş olabilir. Sabahın ışığı gözümün önünden kayboldu, tozlu döşeme ayaklarımın altından kayan bir hiçlik gibiydi; bütün bedenim eriyip yok oldu ve varlığım, bulunduğum yerden odanın diğer köşesine doğru sabit bir çizgi halinde uzanan büyülenmiş aptalca bir bakıştan ibaret kaldı.'

Böylece, O'Brien'ın 'çok fantastik' olduğu gerekçesiyle reddedilen Üçüncü Polis romanı, yatağını bulan su misali hızla akmaya başlar. İhtiyarın yönlendirmesiyle anlatıcımızın yolu polislerle kesişmiştir artık. Bu sırada sürekli De Selby'nin nefesi okurun ve anlatıcının ensesinde kendisini hissettirir.

O'Brien'ın tuhaf kahramanı, yarı uykulu biçimde olayları sıralıyor ve bazen de, o halüsinasyonun etkisiyle saçmalama hakkını kullanıp okuru bir aydınlık bir karanlık sokaklarda gezdiriyor. İşte bunun esas nedeni, onun De Selby'nin ayak izlerini takip etmesi belki de.

Birbiri ardına sıralanan olaylar arasında dikkat çekici olan, anlatıcımızın polislerle karşılaşması ve isimsizliğinin hayret verici karşılanması. O'Brien, bu adsızlığı da De Selby üzerinden açıklıyor: 'Ne ilginçtir ki, küreğimle canını aldığım (veya aldığımdan emin olduğum) adamın misafirperverliğinin tadını çıkardığım gerçeğini aklımdan geçirmiyordum. Adımı unutmuş olmamın ne kadar eziyet verici olduğunu düşünüp duruyordum. Herkesin öyle ya da böyle bir ismi vardır. Bazıları kişinin görünüşüne ilişkin ihtiyari işaretlerdir, bazılarıysa tamamen kişinin şeceresini temsil eder ama çoğu, isim verilen kişinin ana babasına ilişkin ipuçları verir ve yasal evrakların düzenlenmesinde belli avantajlar sağlar.'

'İki ayaklılardan daha fazla sevilen bisiklet"

Tabii, pek çok garip olayın ardından O'Brien, romanın en önemli yerlerinden biri olan bisiklet anlatımında döktürüyor. Polislerle muhabbeti arttıran kahramanımız 'gevşek gidon vakası', 'farsızlık' ve 'bozuk fren' gibi olaylara anlamsızca kafa yormaya başlıyor. Adeta insanlaştırılan bisiklet ve bisikletleştirilen insan arasında bir yerlerde hissediyor kendini. Bisikletlerle kafayı bozmuş iki polis; Çavuş Pluck ve Mac Cruiskeen, isimsiz anlatıcıyı hafiften bunaltıyor.

Özellikle de Mac Cruiskeen'in bisikletlerle her şeyden çok ilgilenmesi, kendisinden yirmi beş yıldır haber alınamayan Fox'un da kaybolma nedeni olarak karşımıza çıkar. Mac Cruiskeen'le bir odada bir saat yalnız kalan Fox keçileri kaçırır. İsimsiz anlatıcımız da bu yüzden epey endişelenir: 'Hele yarı insan olan ve neredeyse yarı yarıya insanı andıran bisikletlerin sayısını duysan küçük dilini yutarsın' cümlesi de endişelerinin üstüne tüy diker.

'Bisiklet şeklinde tabutlar' 'cezaya çarptırılan' ve 'idam edilen, çığlık atan, konuşan, müzik dinleyen bisikletler', O'Brien'ın kurguladığı o fantastik dünyanın bir parçası, hatta zamanla ana öğesine dönüşür.

Kahramanımız, De Selby'nin de etkisiyle gerçeküstü bir denizde kulaç atıyor; uykuya dalmadan önce ve uyandığında hep var oluşuna ilişkin kendince çıkarımlar ve yorumlarla zihnini meşgul ediyor: Kimi zaman ıssız kıyılarda geziniyor, kimi zaman ölüler ülkesinin kapısını aralıyor, bazen de aklının sınırlarını zorlayarak 'saf öz' olmaya çabalıyor.

Bu geliş gidişler, bisiklet metaforuyla birleşince, onu insanlaştırma da beraberinde geliyor: 'Güçlü kuvvetli görünen çapraz demirine rağmen, bisikletin tarifsiz bir dişiliği ve müşkülpesent bir duruşu vardı; tembelce duvara yaslanmış aylak bir serseriden ziyade bir vitrin mankeni gibi duruyordu, kusursuz lastikleri üzerinde mükemmel bir kesinlikle salınıyor ve zemine iki minik noktada değiyordu sadece. İstemeden elimi şefkatle -aslında şehvetle- selesinde gezindirdim. Herhangi bir şekil benzerliğinden değil de, dokusundaki tanıdık bir his ve parmak uçlarımda hissettiğim akıl ermez bir aşinalık yüzünden garip bir şekilde insan yüzünü anımsatmıştı bana (') İnce bir seleydi ama sakin ve gözüpekti, mahpusluğu hırçınlaştırmamıştı onu, çektiği onurlu ıstırap ve içten görev aşkının bıraktıkları dışında hiçbir iz yoktu üzerinde. Bu bisikleti daha önce hiçbir bisikleti sevmediğim kadar sevmiştim, iki ayaklı bazı insanları sevdiğimden bile çok sevmiştim onu.'

Ölü Kahraman

O'Brien romanda, iki paralel yolda yürüyor: Birincisi, isimsiz kahramanın işlediği cinayet. İkincisi, bisiklet metaforu üzerinden insan-makine ilişkisi bağlamında geliştirdiği ve bir şekilde cinayetle birleşen gerçeküstü kurgu. Cinayete dair çözümlemeler romanın sonunda yeniden alevleniyor; kahramanımız, öldürdüğü ya da öldürdüğünü sandığı Mathers'la yeniden yüz yüze geliyor. Burası, halüsinasyon mu yoksa gerçek mi pek anlaşılmasa da, cinayet üzerine söylenenler okuru hep tetikte tutuyor. Kısacası O'Brien'ın kurduğu dünya tamamen fantastik; bilinçli olarak fazla genişletmediği, yani kısırdöngü içinde seyreden bir yapı hâkim.

O'Brien'ın Üçüncü Polis'le bize hediye ettiği şeylerden biri zaman kayması. Cinayet sanığı kahramanımızın aslında ölü doğduğu, cinayet nedeniyle sorgulandığı ve sadece üç gün uzak kaldığı evine geri dönüşünde cinayeti beraber işlediği arkadaşının yirmi yıl yaşlanmış olmasının nedeni de aynı zaman kayması.

Bütün bunlar ve kahramanın çoğunlukla hangi vakitte nerede olduğunu kestirememesi zamanla ilgili sıkıntılara işaret ediyor. Zaten kural ve kanunun geçerli olmadığı bir mekân lanetli ya da ölü bir yer değil mi? O'Brien'ın matrak anlatımı işte tam da burada geçiyor.

Polis devletiyle alay eden, gerçekle hayal arasında gezinen, trajik, trajikomik ve en önemlisi gerçeküstü kimliğiyle O'Nolan veya O'Brien'ın Üçüncü Polis'i bize, rahatsız edici ama aynı zamanda merak uyandıran bir sayfa açıyor.


Üçüncü Polis/ Flann O'Brien/ Çeviren: Gülden Hatipoğlu/ Everest Yayınları/ 238 s.
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap