Translate

İzleyiciler

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Yeraltındaki Melekler, Yerüstündeki Şeytanlar - Sevil Atasoy


İnsan nasıl şeytanlaşır... Şeytan nasıl melekleşir!



Adli Tıp ve suç-bilim uzmanı Sevil Atasoy’un Yeraltındaki Melekler, Yerüstündeki Şeytanlar adlı yeni kitabında tüm bu sırlar, garip olay ve kişilikler adeta resmi geçit yapıyor. Atasoy bundan önceki beş kitabında da olduğu gibi yine meslek hayatı boyunca karşılaştığı gerçek olaylara dayanan polisiye-gerilim örneklerini anlatmaya devam ediyor. Kitapta ayrıca, polisiye roman yazmak isteyen yazar veya yazar adaylarına ipuçları da veriliyor.

“Yeraltındaki Melekler, Yeryüzündeki Şeytanlar”ın en ilgi çekecek ve kamuoyunda tartışma yaratacak bölümü, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü ve ortaya atılan suikast iddiaları. Özal’ın yıllar sonra açılan mezarında, naaşının çürümemiş olmasından, mezarda karşılaşılan suyun ne anlama geldiğine kadar konuyla ilgili çarpıcı bilimsel bilgiler aktarılıyor bu bölümde. Bu konuda Atasoy şunları söylüyor: “Şahsen tanıma şansını bulduğum Turgut Bey’in, karanlık, bulanık ve derin bir suyun içinde bunca yıl beklemesinin, bana göre mezarı açanları sevgiyle selamlamaktan öte bir nedeni olduğu muhakkak. Kanımca, ölmeden önce söyleyemediklerini anlatmak istedi. Bilirkişi raporları aracılığıyla dahi olsa kulağıma fısıldadıklarından sizin de haberiniz olsun istedim. Bu yüzden kitabımın uzunca bir bölümünü onun gizemli yolculuğuna ve bana anlattıklarına ayırdım.”

Kitaptan

Ceset öyle garip bir pozisyondaydı ki, katilin görenleri şok etmek gibi bir amacının olduğu muhakkaktı. Saldırganın evin içinde kadınla uzunca bir süre vakit geçirdiği, bağlamak için uğraştığı açıktı, hatta bir ara banyoda dişlerini bile fırçalatmıştı.

Katilin bu hareketlerini FBI’ın davranış bilimleri biriminden gelen uzmanlar, belli bir ritüeli yerine getirmeye çalıştığı şeklinde yorumladılar. Onlara göre yirmilerinin sonlarında ya da otuzlarının başında, beyaz tenli, yakın çevrede oturan biriydi. Kimi deneyimli profilciler onun henüz ilk cinayetini işlediğini, kimileri ise bağlama tekniğine bakarak, adamın evvelce başkalarını da öldürmüş olabileceğini ileri sürdüler.

Annelik Her Zaman Tozpembe Değil

 Baktığın kadını ANNE diyerek geçme, tanı!



Bununla birlikte annelikle ilgili bazı temel gerçekler var ki, dünyanın neresine giderseniz gidin değişmiyor.
Anne olan bir kadının hayatı ikiye ayrılıyor: Çocuktan Önce ve Çocuktan Sonra.

Elif Doğan, çocuğunun doğumuyla birlikte çalışma hayatına ara veren ve kendini anneliğe adayan kadınlardan. Ama bu ara ona başka bir iş olarak dönüyor. Annelik deneyimlerini, keyfini, sıkıntılarını başka annelerle paylaşabileceği bir blog yazmaya başlıyor. Artık onu herkes Blogcu Anne olarak tanıyor. Çocuktan

30 Temmuz 2013 Salı

Politik Roman ”Utanç” - Salman Rushdie

 Utanç için “politik roman” diyebiliriz: İktidar çılgınlığına kapılmış
politikacılar, olgunlaşmamış gördükleri toplumun vasiliğine kendilerini atayan hırslı, “dini bütün” generaller, elbirliğiyle demokrasisi delik deşik edilmiş bir ülke... sıklıkla başvurduğu basmakalıp çözümlere rağbet etmeyen, zengin karakterlerle dolu bir alegori yaratarak başarıyor bunu.

28 Temmuz 2013 Pazar

Montaigne’in zamanına uzanan bir yolculuk

 Aynı anda yaşanan ikili bir zaman yolculuğu bu. Biri kişisel Montaigne maceranıza dair zamanda ilerleyen yolculuğunuzun seyri diğeri de Montaigne’in zamanına uzanan bir yolculuk sanki. Siz ne dersiniz?



- Yazan, dillerarası yolculuklara çıkan birinin bu türden gitmeleri kaçınılmazdır diye düşünürüm. Kendi zamanımdan Montaigne’nin zamanına uzanırken ister istemez içselleşen bir bakışa döndüm yüzümü…Geçişler, hatırlamalar, izler…sonrasında gelip bizi kuşatan yaşama ve dil duygusunun taşıdığı anlamın labirentlerinden gezinme. Bunlarsız yazının kurulacağına, bir metnin örülebileceğine pek ihtimal veremem. Sizi “yaşamım roman” çizgisinden alıp dil ve düşünce atlasına taşıyan bir bakıştır bunları buluşturan. İçte ve dıştaki zamanın tanığı olan da biriktirerek taşıdıklarımızdır aslında. Çünkü bununla bezenen içgözün yolculuğundayızdır her daim. İşte bu noktada sizi donatan her bakış/ söz/ zamandır önemlisi.

23 Temmuz 2013 Salı

Yaqui Kızılderili Büyücüsü Don Juan’ın Öğretileri

 Carlos Castaneda

Ixtlan Yolculuğu

Yaqui Kızılderili Büyücüsü Don Juan’ın Öğretileri
Carlos Castaneda, yaşamının otuz yılını eski çağlarda Meksika’da yaşamış olan şamanların dünyasını incelemeye adamış bir antropologdur. Meksikalı Yaqui Kızılderilisi şaman don Juan Matus’dan almış olduğu eğitim süresince ve sonrasında konuya ilişkin on kitap yazmıştır.

Bilinmeyen Adanın Öyküsü - Jose Saramago


Bilinmeyen Adanın Öyküsü - Jose Saamago -

Yola çıkmayı hayal etmek bile, 
bir hedefi gözetmek,
bir amaca ulaşmak, 
bir kavuşmayı özlemek  kadar güzel, gerekli, büyüleyici ve heyecan verici olabilir. Bilinmeyen Adanın Öyküsü hayallerin, özlemlerin, amaçların ve kavuşmaların öyküsüdür.  
           Adamın biri kralın kapısını çalmış ve demiş ki, Bana bir tekne ver. Kralın evinin daha birçok kapısı varmış, ama bu kapı, dileklere mahsus kılınmış olan kapıymış. Tüm zamanı hediyeler kapısının önünde bekleyerek geçirdiğinden (krallara sunulan türden hediyeler, bilirsiniz işte), dilekler kapısı çalındığında, duymamazlıktan gelirmiş kral, ancak kapıyı döven bronz tokmağın sesi durmak bilmez, kulak tırmalayıcı olmaktan çıkıp bir rezalete yol açacak biçimde komşuları huzursuz etmeye başlarsa (insanlar söylenmeye başlarmış, Kapıyı açmaya bile gücü yetmiyorsa, ne biçim kral bu böyle), ancak bundan sonra birinci kâtibe seslenirmiş ve dilencinin ne istediğini öğrenmesini buyururmuş, tabii onu susturmanın başka bir yolunu bulmak ihtimaller dahilinde değilse. Ardından birinci kâtip, ikinci kâtibe haber verirmiş ki o da üçüncü kâtibi çağırırmış ve üçüncü kâtipse birinci hizmetliye emirler verirmiş, bunun ardından birinci hizmetli emirleri ikinci hizmetliye iletirmiş, işte böylece, emirler aşağılara, ta temizlikçi kadına kadar ulaşırmış, artık onun da emir verecek kimsesi olmadığından, kapıyı azıcık aralarmış ve aralıktan sorarmış, Söyle, nedir isteğin.

Simyacı - Kitap alıntıları


Alıntılar
Yaşıyorum, dedi delikanlıya, aysız ve kamp ateşsiz bir gece, hurma yerken. Ve bir şey yerken yemekten başka bir şey düşünmem, yürüdüğüm zaman da yürüyeceğim, hepsi bu. Savaşmak zorunda kalırsam, ölüm şu gün ya da bu gün gelmiş vız gelir. Çünkü ben ne geçmişte, ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdide yaşamayı bilirsen, mutlu bir insan olursun. Çölde hayat olduğunu, gökyüzünde yıldızlar olduğunu ve insan hayatının özünde bulunduğu için kabile muhariplerinin savaştıklarını anlayacaksın. O zaman hayat bir bayram, bir şenlik olacak, çünkü hayat yaşamakta olduğumuz andan ibarettir ve sadece budur.
Bir tüccar mutluluğun gizini öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş.  Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen bizim kahraman, girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşş: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırasının gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.  Delikanlının ziyaret nedenini dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Gizini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. “Ama sizden bir ricada bulunacağım” diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. "Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz." Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış. "Güzel" demiş bilge. "Peki yemek salonumdaki acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başı’nın yaratmak için on yıl çalışğı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanedeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?"    Utanan delikanlı hiç bir şey