Jeffrey Eugenides'in romanı "Middlesex"
Bir genin destansı dile gelişi
Sonda söylenmesi gerekeni en başta söyleyip; Middlesex'in, okuru kendine davet eden, dahası, farklılığıyla kendini okumaya zorlayan bir roman olduğunu söylemeliyim. İlk cümlesi bile genel şartlarda korkutucu olabilecek altı yüz sayfalık bir romanın dünyasına oldukça merak uyandıran, davetkâr bir giriş niteliğinde: "Ben iki kez doğdum..."
2003 Pulitzer Edebiyat Ödülü sahibi Jeffrey Eugenides'in, kendisine ödülü getiren romanı Middlesex, işte böyle bir cümleyle açılıyor. Bu iki kez doğuşun ne demek olduğuna ve hangi
aşamalardan geçerek bu doğuşların gerçekleştiğine elbette geleceğiz ama öncesinde, romanın hangi temeller üzerine kurulduğundan bahsetmek gerek. Bu temellerden bahsederken de yazarın, romanın üzerine kurulduğu dünyayı nasıl yansıttığından.
Jeffrey Eugenides, Middlesex'le içinden pek çok devrin ve kişinin geçtiği bir roman yaratmak istemiş. Ayrıca ele aldığı geniş zaman aralığını kapsamak zorunda olacak tarihsel derinliğin, tek bir ağızdan anlatılmasını. Dahası bu tek ağızdan anlatılacak hikâyenin kahramanı için özgün bir çıkış noktası yakalamayı. Ve tüm bunların yanında bu kahramanın yokkenden var olabileceği gerçekçi bir düzlem yaratmayı...
Hemen yukarıdaki birkaç cümleden de anlaşılacağı gibi Eugenides, bir hikâye içine pek çok farklı unsuru sığdırmayı ve tüm bu unsurları bir roman çatısı altında birleştirebilmeyi amaçlamış Middlesex'te. Ancak istemek kolay yapmak zor. Eugenides de bu zoru başarabilmek için dokuz yıl çalışmış romanına. Sonuç olarak da ortaya, modern dünyanın öne çıkmış kırılmalarının içinden geçtiği destansı bir roman çıkarmış.
GEN HARİTASININ BOZULUŞU
Middlesex'te karşımıza çıkacak özgün buluşların en önemlisini, hikâyenin anlatıcısıyla yakalıyor yazar ve roman, bu özgün buluşun daha en başta ifşasının ardından yavaş yavaş açmaya başlıyor kendini bize. Romanın anlatıcısı bir gen ve biz, bu genin bir kuşaktan diğerine geçişini, sonrasında ise vücuda gelmesinin ardından yaşananları okuyoruz. Eugenides, bu bozuk genin doğuşunun ve kuşaklarla taşınmasının hikâyesini anlatırken ise üzerinden geçtiği tarihsel dönemeçleri aktarma derdinde bize ki Middlesex'in "bir modern zaman destanı" olarak nitelenmesinin en önemli nedeni de bu. Yazarın, bunu yaparken kendi aile tarihinden de önemli bir parça yakaladığını ise kitabın hemen başında yer alan biyografisinden tahmin edebiliyoruz.
Yazarın yaşamına kısaca değinirsek; Jeffrey Eugenides, 1960 Detroit doğumlu. Anne tarafından kökleri İrlanda'ya uzanıyor. Baba tarafından ise Bursalı bir Rum aileye mensup. İşte Middlesex'i ilgilendiren nokta da burası. Roman, 1922 Bursası'ndan anlatmaya başlıyor hikâyesini bize ve 1990'ların başındaki Berlin'e kadar uzanan bir tarihsel rota çiziyor. Bu rotanın içindeyse üç kuşağın acı yaşanmışlıklarının yanında, toplumsal kuralları ince bir alayla ele alan bir roman evreni yer alıyor.
Eugenides'in 1922 Bursası'ndan anlatmaya başladığı ilk kuşak kahramanlarımız Desdemona ve Lefty. "Anne babaları Türklerle yapılan son savaşta öldürülmüş" iki kardeş onlar. Abla Desdemona evde ipekböcekçiliğiyle uğraşmakta. Lefty ise ablasının ürettiklerini Bursa'nın ünlü Koza Han'ında satmakta. Şehir de bu sırada bir yandan Yunan birliklerinin işgali altında. Büyük Yunanistan hayaliyle Anadolu'ya gelen ordu, Rumlar için yıllardır süren "esareti" bitirmiş gözüküyor. Ancak tarihsel sürecin nasıl işlediğini hepimiz biliyoruz. İş dönüp dolaşacak ve Yunan ordusu Türkiye topraklarından ayrılacak. Onlarla beraber pek çok Rum da...
Bir ülkenin kaderini değiştiren bu tarihsel olay, roman için de pek çok olayın başlangıcı oluyor. Anlatıcı genimizin doğmasını da aynı şekilde Birinci Dünya Savaşı'yla başlayan bu tarihsel süreç tetikliyor. İlk büyük savaş yüzünden genç nüfusu azalan bir köyde anne babasız ortada kalan bu iki kardeş birbirlerine sığınıyor ve bağlılıkları aşka dönüşüyor. Yunan ordusu Türkiye topraklarından çıkarken Büyük İzmir Yangını sırasında, bir gemiye atlayıp kaçmaya çalışırlarken de birbirlerinin olmaya karar veriyorlar. İşte bu birliktelikle de genimizin temelleri atılmış oluyor.
Desdemona ve Lefty'nin kaçacakları durak ise Amerika olacaktır. İlk kuşak kahramanlarımızın bu kaçışlarıyla beraber de önümüze bir başka tarihsel dönemeç açılacak: Kapitalizmin yükselişi...
Lefty ve Desdemona'nın kendilerini Bursa'nın sakin yaşayışından Amerika'daki son sürate ayak uydurma çabaları içinde görüyoruz burada. Henry Ford'un kapitalizmin ateşiyle yeniden yarattığı bir kente dönüşen Detroit'telerdir ve Lefty de Ford'un fabrikalarından birinde işe girmiştir. Bir diğer yandan alkol yasaklarıyla kendisi ve ailesi için bir başka geçim kapısı da bulacaktır Lefty. Sonrasında ise doğacak çocukları ve Büyük Depresyon olarak nitelenen ekonomik kriz... Kahramanlarımızın kardeş evliliğiyle bozulan gen, doğan çocuklarıyla bir başkasına; anlatıcımızın babasına geçer. Sonrasında ikinci kuşağın hikâyesini okumaya başlarız biz de. Ve anlatıcı gen, yolculuğuna devam eder.
İkinci kuşakta artık "Amerikalı" olmuş bir ailenin hikâyesini okumaya başlıyoruz. Bu arada, Desdemona ve Lefty de akıştan ayrılmış değil. Hikâye devam ederken her devrin kahramanları, öne çıkanları farklı oluyor haliyle ama bir şekilde hep bir aradalar. Sadece anlatıcımız yokken de var oluyor romanda ve her devrin içinden hikâyesini anlatmaya devam ediyor.
İkinci kuşağın tarihinde bizi yine bir savaş bekliyor: Bu kez İkinci Dünya Savaşı. Ancak talihle savaşın içinden sıyrılıp ordunun bir başka biriminde görevlendirilişle Desdemona ve Lefty'nin oğulları Milton, ülkesine geri dönüyor. Döndüğünde de büyük bir aşk beslediği kuzeni Tessie ile yaşamını birleştriyor.
Böylelikle gen haritası bir kez daha çarpılıyor. Artık anlatıcımızın dünyaya gelmesine çok az zaman var.
AZ RASTLANAN VAKA
Osmanlı Bursası'ndan Henry Ford'un Detroit'ine uzanan, çağın tüm gelgitlerinden nasibini almış; Koza Han, Büyük İzmir Yangını, hayalleri taşıyan dökük gemiler, fabrika dumanları altında kıpırdanan Detroit, içki yasağı, ayaklanmalar, onca hayal kırıklığına rağmen tükenmeyen olasılıklar üzerinden kendine hafıza durakları oluşturmayı başarabilmiş bir roman Middlesex. Tüm bunlar ise tek bir şey için gerçekleşiyor aslında: Kahramanımız Calliope Stephanides'in doğumu için.
Calliope dünyaya geldiğinde ise artık bambaşka bir Amerika vardır karşılarında. Detroit'ten ayaklanmalar nedeniyle ayrılmak zorunda kalmışlarıdr ama hâlâ bir aradadırlar ve Calliope dünyalar güzeli bir kız çocuğu olarak yaşamına devam etmektedir. Bu işleyişte bir terslik olduğu ise Calliope'nin ancak ergenlik dönemi geldiğinde anlaşılacaktır. Calliope, az rastlanan bir çift cinsiyet vakasıdır. Bu noktadan sonra ise hissettiği ve bedeninin olduğu gibi erkek olarak yaşamaya karar verir. Calliope'nin ikinci doğuşu da bu olacaktır...
Middlesex sonu için okunacak romanlardan asla değil. O nedenle romanın akışına dair bu kadar açık konuşabiliyorum ancak boşluksuz yapısı nedeniyle kısaca konusundan bahsedilebilecek bir hikâye olması da çok zor. Anlatıcımız zaten daha en başından sonucun ne olacağını söylüyor bize. Middlesex için önemli olan bu sonuca gidecek yol ve bu yol da seksen yılı içine alan ve dünya tarihinin önemli kırılmalarından geçen akış. Bu, okuyanı her yönüyle saran akışta gerçek ve kurguyu iç içe kullanmış yazar. Hikâye akışı içinde küçükmüş gibi görünen ayrıntılarda dahi geleceğe eklenen bir halkayla en hafif bir boşluğa dahi izin vermiyor ve içinden üç büyük hikâye çıkabilecek derinlikteki bu yaşamlardan usta iş bir roman çıkarıyor Eugenides. Daha da önemlisi ise bize, hikâyenin en başından beri anlatıcımız olarak yanımızda bulunan Calliope'nin yaşamından fazlasını vermesi. Middlesex'i okurken her cümlede, yaşadığımız dünyanın nasıl hikâyeler doğurabileceğine bir kez daha şaşırmaktan başka bir şey gelmiyor akla.
erayak@cumhuriyet.com.tr
Middlesex/ Jeffrey Eugenides/ Çeviren: Solmaz Kâmuran/ Domingo Yayıncılık/ 606 s.
Bir genin destansı dile gelişi
Sonda söylenmesi gerekeni en başta söyleyip; Middlesex'in, okuru kendine davet eden, dahası, farklılığıyla kendini okumaya zorlayan bir roman olduğunu söylemeliyim. İlk cümlesi bile genel şartlarda korkutucu olabilecek altı yüz sayfalık bir romanın dünyasına oldukça merak uyandıran, davetkâr bir giriş niteliğinde: "Ben iki kez doğdum..."
2003 Pulitzer Edebiyat Ödülü sahibi Jeffrey Eugenides'in, kendisine ödülü getiren romanı Middlesex, işte böyle bir cümleyle açılıyor. Bu iki kez doğuşun ne demek olduğuna ve hangi
aşamalardan geçerek bu doğuşların gerçekleştiğine elbette geleceğiz ama öncesinde, romanın hangi temeller üzerine kurulduğundan bahsetmek gerek. Bu temellerden bahsederken de yazarın, romanın üzerine kurulduğu dünyayı nasıl yansıttığından.
Jeffrey Eugenides, Middlesex'le içinden pek çok devrin ve kişinin geçtiği bir roman yaratmak istemiş. Ayrıca ele aldığı geniş zaman aralığını kapsamak zorunda olacak tarihsel derinliğin, tek bir ağızdan anlatılmasını. Dahası bu tek ağızdan anlatılacak hikâyenin kahramanı için özgün bir çıkış noktası yakalamayı. Ve tüm bunların yanında bu kahramanın yokkenden var olabileceği gerçekçi bir düzlem yaratmayı...
Hemen yukarıdaki birkaç cümleden de anlaşılacağı gibi Eugenides, bir hikâye içine pek çok farklı unsuru sığdırmayı ve tüm bu unsurları bir roman çatısı altında birleştirebilmeyi amaçlamış Middlesex'te. Ancak istemek kolay yapmak zor. Eugenides de bu zoru başarabilmek için dokuz yıl çalışmış romanına. Sonuç olarak da ortaya, modern dünyanın öne çıkmış kırılmalarının içinden geçtiği destansı bir roman çıkarmış.
GEN HARİTASININ BOZULUŞU
Middlesex'te karşımıza çıkacak özgün buluşların en önemlisini, hikâyenin anlatıcısıyla yakalıyor yazar ve roman, bu özgün buluşun daha en başta ifşasının ardından yavaş yavaş açmaya başlıyor kendini bize. Romanın anlatıcısı bir gen ve biz, bu genin bir kuşaktan diğerine geçişini, sonrasında ise vücuda gelmesinin ardından yaşananları okuyoruz. Eugenides, bu bozuk genin doğuşunun ve kuşaklarla taşınmasının hikâyesini anlatırken ise üzerinden geçtiği tarihsel dönemeçleri aktarma derdinde bize ki Middlesex'in "bir modern zaman destanı" olarak nitelenmesinin en önemli nedeni de bu. Yazarın, bunu yaparken kendi aile tarihinden de önemli bir parça yakaladığını ise kitabın hemen başında yer alan biyografisinden tahmin edebiliyoruz.
Yazarın yaşamına kısaca değinirsek; Jeffrey Eugenides, 1960 Detroit doğumlu. Anne tarafından kökleri İrlanda'ya uzanıyor. Baba tarafından ise Bursalı bir Rum aileye mensup. İşte Middlesex'i ilgilendiren nokta da burası. Roman, 1922 Bursası'ndan anlatmaya başlıyor hikâyesini bize ve 1990'ların başındaki Berlin'e kadar uzanan bir tarihsel rota çiziyor. Bu rotanın içindeyse üç kuşağın acı yaşanmışlıklarının yanında, toplumsal kuralları ince bir alayla ele alan bir roman evreni yer alıyor.
Eugenides'in 1922 Bursası'ndan anlatmaya başladığı ilk kuşak kahramanlarımız Desdemona ve Lefty. "Anne babaları Türklerle yapılan son savaşta öldürülmüş" iki kardeş onlar. Abla Desdemona evde ipekböcekçiliğiyle uğraşmakta. Lefty ise ablasının ürettiklerini Bursa'nın ünlü Koza Han'ında satmakta. Şehir de bu sırada bir yandan Yunan birliklerinin işgali altında. Büyük Yunanistan hayaliyle Anadolu'ya gelen ordu, Rumlar için yıllardır süren "esareti" bitirmiş gözüküyor. Ancak tarihsel sürecin nasıl işlediğini hepimiz biliyoruz. İş dönüp dolaşacak ve Yunan ordusu Türkiye topraklarından ayrılacak. Onlarla beraber pek çok Rum da...
Bir ülkenin kaderini değiştiren bu tarihsel olay, roman için de pek çok olayın başlangıcı oluyor. Anlatıcı genimizin doğmasını da aynı şekilde Birinci Dünya Savaşı'yla başlayan bu tarihsel süreç tetikliyor. İlk büyük savaş yüzünden genç nüfusu azalan bir köyde anne babasız ortada kalan bu iki kardeş birbirlerine sığınıyor ve bağlılıkları aşka dönüşüyor. Yunan ordusu Türkiye topraklarından çıkarken Büyük İzmir Yangını sırasında, bir gemiye atlayıp kaçmaya çalışırlarken de birbirlerinin olmaya karar veriyorlar. İşte bu birliktelikle de genimizin temelleri atılmış oluyor.
Desdemona ve Lefty'nin kaçacakları durak ise Amerika olacaktır. İlk kuşak kahramanlarımızın bu kaçışlarıyla beraber de önümüze bir başka tarihsel dönemeç açılacak: Kapitalizmin yükselişi...
Lefty ve Desdemona'nın kendilerini Bursa'nın sakin yaşayışından Amerika'daki son sürate ayak uydurma çabaları içinde görüyoruz burada. Henry Ford'un kapitalizmin ateşiyle yeniden yarattığı bir kente dönüşen Detroit'telerdir ve Lefty de Ford'un fabrikalarından birinde işe girmiştir. Bir diğer yandan alkol yasaklarıyla kendisi ve ailesi için bir başka geçim kapısı da bulacaktır Lefty. Sonrasında ise doğacak çocukları ve Büyük Depresyon olarak nitelenen ekonomik kriz... Kahramanlarımızın kardeş evliliğiyle bozulan gen, doğan çocuklarıyla bir başkasına; anlatıcımızın babasına geçer. Sonrasında ikinci kuşağın hikâyesini okumaya başlarız biz de. Ve anlatıcı gen, yolculuğuna devam eder.
İkinci kuşakta artık "Amerikalı" olmuş bir ailenin hikâyesini okumaya başlıyoruz. Bu arada, Desdemona ve Lefty de akıştan ayrılmış değil. Hikâye devam ederken her devrin kahramanları, öne çıkanları farklı oluyor haliyle ama bir şekilde hep bir aradalar. Sadece anlatıcımız yokken de var oluyor romanda ve her devrin içinden hikâyesini anlatmaya devam ediyor.
İkinci kuşağın tarihinde bizi yine bir savaş bekliyor: Bu kez İkinci Dünya Savaşı. Ancak talihle savaşın içinden sıyrılıp ordunun bir başka biriminde görevlendirilişle Desdemona ve Lefty'nin oğulları Milton, ülkesine geri dönüyor. Döndüğünde de büyük bir aşk beslediği kuzeni Tessie ile yaşamını birleştriyor.
Böylelikle gen haritası bir kez daha çarpılıyor. Artık anlatıcımızın dünyaya gelmesine çok az zaman var.
AZ RASTLANAN VAKA
Osmanlı Bursası'ndan Henry Ford'un Detroit'ine uzanan, çağın tüm gelgitlerinden nasibini almış; Koza Han, Büyük İzmir Yangını, hayalleri taşıyan dökük gemiler, fabrika dumanları altında kıpırdanan Detroit, içki yasağı, ayaklanmalar, onca hayal kırıklığına rağmen tükenmeyen olasılıklar üzerinden kendine hafıza durakları oluşturmayı başarabilmiş bir roman Middlesex. Tüm bunlar ise tek bir şey için gerçekleşiyor aslında: Kahramanımız Calliope Stephanides'in doğumu için.
Calliope dünyaya geldiğinde ise artık bambaşka bir Amerika vardır karşılarında. Detroit'ten ayaklanmalar nedeniyle ayrılmak zorunda kalmışlarıdr ama hâlâ bir aradadırlar ve Calliope dünyalar güzeli bir kız çocuğu olarak yaşamına devam etmektedir. Bu işleyişte bir terslik olduğu ise Calliope'nin ancak ergenlik dönemi geldiğinde anlaşılacaktır. Calliope, az rastlanan bir çift cinsiyet vakasıdır. Bu noktadan sonra ise hissettiği ve bedeninin olduğu gibi erkek olarak yaşamaya karar verir. Calliope'nin ikinci doğuşu da bu olacaktır...
Middlesex sonu için okunacak romanlardan asla değil. O nedenle romanın akışına dair bu kadar açık konuşabiliyorum ancak boşluksuz yapısı nedeniyle kısaca konusundan bahsedilebilecek bir hikâye olması da çok zor. Anlatıcımız zaten daha en başından sonucun ne olacağını söylüyor bize. Middlesex için önemli olan bu sonuca gidecek yol ve bu yol da seksen yılı içine alan ve dünya tarihinin önemli kırılmalarından geçen akış. Bu, okuyanı her yönüyle saran akışta gerçek ve kurguyu iç içe kullanmış yazar. Hikâye akışı içinde küçükmüş gibi görünen ayrıntılarda dahi geleceğe eklenen bir halkayla en hafif bir boşluğa dahi izin vermiyor ve içinden üç büyük hikâye çıkabilecek derinlikteki bu yaşamlardan usta iş bir roman çıkarıyor Eugenides. Daha da önemlisi ise bize, hikâyenin en başından beri anlatıcımız olarak yanımızda bulunan Calliope'nin yaşamından fazlasını vermesi. Middlesex'i okurken her cümlede, yaşadığımız dünyanın nasıl hikâyeler doğurabileceğine bir kez daha şaşırmaktan başka bir şey gelmiyor akla.
erayak@cumhuriyet.com.tr
Middlesex/ Jeffrey Eugenides/ Çeviren: Solmaz Kâmuran/ Domingo Yayıncılık/ 606 s.
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap