Translate

İzleyiciler

11 Haziran 2021 Cuma

Gülten Akın'ın Hayatı ve Eserleri

Gülten Akın'ın Hayatı ve Eserleri

Gülten Akın, Türk şair ve yazar.

Doğum tarihi ve yeri: 23 Ocak 1933, Yozgat
Ölüm tarihi ve yeri: 4 Kasım 2015, Ankara

1- Gülten Akın'ın Hayatı

1933 yılında Yozgat'da dünyaya gelen Akın 1943 yılında ailesi ile beraber Ankara'ya taşındı. Cebeci ortaokulundan mezun olan Akın,Ankara lisesini 1951 yılında bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesine girerek 1955 yılında mezun oldu.Daha lisede öğrenci iken ilk şiirleri 1951'de Son Haber Gazetesinde sonrada Hisar, Varlık, Yeditepe, Türk Dili ve Mülkiye

3 Mayıs 2021 Pazartesi

Kadim Gemi’de, üç ailenin üç kuşağının kırk yıllık hikâyesi

Zhang Wei’den bir kült; ‘Kadim Gemi’

Kadim Gemi’de, üç ailenin üç kuşağının kırk yıllık hikâyesini doğrusal bir biçimde değil dairesel ve yer yer sıçramalarla anlatan Zhang Wei, Çin halkının hayat karşısındaki geleneksel tutumunu ve devrim sonrası yaşanan zorluklar karşısındaki psikolojik değişimlerini ustalıkla aktarıyor.



Çin’in yaşayan en büyük yazarları arasında anılan Zhang Wei’nin kült romanı

19 Nisan 2021 Pazartesi

Narsistin ve Özverilinin Ortak Noktası

Bu iki zıt kutbu birbirine bağlayan ortak payda.

Bir narsist ile herkesi memnun etmeye çalışan birinin, ilişkilerinde tamamen farklı bir tutuma sahip olsalar da ortak bir noktaları olabilir: her ikisinin de duygularıyla başa çıkamayan bir ebeveyn tarafından büyütülmüş olması.


Herkesi memnun etmeye çalışan insanlar, çoğunlukla kendi duygularını bastırıp başkalarının duygularına önem verir. Özveriye, tevazuya ve empatiye sahip olsalar da cömertlikleri genellikle suistimal edilir. Fakat boğucu özveri

11 Nisan 2021 Pazar

Atina hür düşünce okulları antik çağ


El hareketi, ayak duruşu, kıyafet rengi ve kitap isimlerine dikkat — müthiş bir sembolizma
El hareketi, ayak duruşu, kıyafet rengi ve kitap müthiş bir sembolizma

​Atina Okulu olarak bilinen bu fresk,  Vatikan Sarayı'nın İmza Odası denilen bölümünde yer alan Raphael Sanzio' nun eseridir. Raphael bu esere başladığında hiç fresk deneyimi yoktur. Sanatçı yapıtta tüm Antik Yunan filozofları, matematikçileri, astronom ve tarihçileri bir araya toplayarak inanç ve mantığın bir sentezinin yapmak istemiş. Atina hür düşünce okulları antik çağlarda tüm yakın doğuda yaygın eğitim kurumlarıydı. Birçok ünlü filozof kendi okullarını bazen tapınaklarda bazen bahçe, çiftlik gibi mekanlarda kurarlar ve talebelerini oralarda toplarlardı. Her düşünce ve fikrin tartışılması ve serbestçe açıklanması teşvik edilirdi. 

12 Şubat 2021 Cuma

Karakterolojik olarak üzgün olanlar ve duruma bağlı üzgün olanlar


Karakterolojik üzgünlük

Çocukluğunuzdan beri hayatınızın büyük bir çoğunluğunda biraz üzgündüyseniz, bu sadece sizin karakterinize ait bir özellik olabilir. Üzüntüye olan eğiliminizin, kısmen de olsa çocukluğunuzda şiddet görmeniz gibi durumlar tarafından tetiklenmiş veya arttırılmış olabileceği doğru. Fakat çocukluğunda şiddete maruz kalan çoğu kişinin bile hayatlarının tamamını üzgün geçirmedikleri göz önüne alınırsa, sizin mizacınız büyük ölçüde mutsuz kişiliğinizi yansıtıyor olabilir.



Kendini kabul etmeye dayanan fikirler

Sizce aşağıdakilerin size yardımı dokunur mu?

30 Ocak 2021 Cumartesi

Mevlana’nın En Güzel Sözleri

Mevlana 13.yy  yaşamış  şair, fâkih, âlim, ilahiyatçı ve Sufi mutasavvıftır  ayrıca yüzyıllarca süregelen bir hoşgörünün öncüsüdür ve din bilginidir. Söylediği sözler ve  yazdığı eserler ile insanlar arasında hoşgörüyü yaymıştır. Mevlana’nın yüzyıllar öncesinde söylenmesine rağmen hala duygu ve düşüncelerimizi anlatmak için kullanılan muhteşem sözlerini bu içeriğimizde bulabilirsiniz. İşte okuyup düşüneceğiniz ve pek çok duygu halinize tercüman olacak Mevlana’nın o muhteşem sözleri;

-Güzel ve iyi yüz, kötü bir huyla beraber olunca bil ki, kalp akçe bile etmez.

17 Aralık 2020 Perşembe

Güneşi Kötü Evler


güneşi kötü evler

İlk kitabı Avuntular’dan (İletişim Yayınları, 2017) neredeyse iki yıl sonra ikinci kitabı Güneşi Kötü Evler (Everest Yayınları, Kasım 2019) ile öykü okurlarını yeniden selamladı Ömer Arslan. Bir öyküsü hariç (Malta Yok) aşağı yukarı 8-10 sayfalık öykülerden oluşan toplamda on üç öyküye yer vermiş yazar yeni kitabında. Bu anlamda bir önceki kitabına göre öykü sayısı neredeyse yarı yarıya azalmış.

Türk Düşünce Dünyasında Bir Evre: Hilmi Ziya Ülken

Hilmi Ziya Ülken’i Tanımak

Türk düşüncesinin şahsına münhasır ismi Hilmi Ziya Ülken’i, Yücel Bulut “velûd bir yazar ve çok yönlü bir düşünce adamı” olarak tanımlamakta.


“Gerçekten de, Hilmi Ziya, eser vermeye başladığı 1910’lu yılların sonlarında başlayan ve 1974’teki vefatına kadar süren yarım asrı aşkın süre içerisinde edebiyattan felsefeye, psikolojiden coğrafyaya, mantıktan sosyolojiye kadar pek çok bilim dalında onlarca kitap yüzlerce makale telif etmiş, çeviriler yapmış, ulusal ve uluslararası› sosyoloji ve şarkiyatçılık kongrelerinin tertibinde etkin rol üstlenmiş, tebliğler sunmuş, dergiler çıkarmış

21 Ekim 2020 Çarşamba

Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi

Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens kitabıyla büyük beğeni toplayan yazar Yuval Noah Harari'nin geçen yıl bu dönemlerde çıkardığı Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi kitabından ilginizi çekebilecek alıntılar.
Homo Deus: Yarının Kısa Bir Tarihi Kitabından Dikkat Çekici Alıntılar

- insanlar nadiren ellerindekiyle yetinmeyi biliyor. insan aklı hemen hemen her zaman kanaat etmek yerine daha fazlasını arzuluyor. insanlar hep daha iyinin, daha fazlanın ve daha lezzetlinin peşindeler.

- başarı, hırsı ve açgözlülüğü beraberinde getirir; yeni başarılarımız bizi daha cüretkar hedefler

19 Ekim 2020 Pazartesi

Gılgamış Destanı'nın Genel Hatlarıyla Özetlenmiş Keyifli Hikayesi


Tarihin en eski yazılı destanının neler anlattığını kısa bir okuma ile iyi şekilde öğrenebilirsiniz.
Gılgamış Destanı'nın Genel Hatlarıyla Özetlenmiş Keyifli Hikayesi

gılgamış destanı, mezapotamya bölgesinde milattan önce 1800’lü yıllarda kil tabletlere sümerce yazılmıştır ve günümüzde yazılmış en eski destan olarak bilinmektedir.

hikayeye göre gılgamış yüce bir kraldır ve

Hermione ve Ron Arasında, Daha İlk Kitaptan Beri Fark Edilen Cinsel Tansiyon

Büyük Hogwarts Savaşı'ndan birkaç yıl sonra evlenen Ron ve Hermione ilişkisi aslında başından beri hissediliyordu. Yazar JK Rowling'in seri bittikten sonra söylediği "Hermione, Harry ile evlenmeliydi" sözünü bir kenara bırakarak bu ilişkiyi inceliyoruz.
Hermione ve Ron Arasında, Daha İlk Kitaptan Beri Fark Edilen Cinsel Tansiyon

hermione'nin harry yerine ron'u tercih etmesi, harry potter serisinin başından beri belli olan bir gerçek.

birkaç yıl önce j.k. rowling -bir kez daha- kendi yazdığı seriye ihanet ederek hermione'nin aslında ron

Yüzüklerin Efendisi Serisinin Anlatmak İstediği Temel Fikirler Nelerdir?

RR Tolkien'in başyapıtının ana fikri neydi? Neleri anlatmak istedi, nelerden ilham aldı? Kendisinin de yorumları eklenerek hazırlanan güzel bir özet.
Yüzüklerin Efendisi Serisinin Anlatmak İstediği Temel Fikirler Nelerdir?
Aragorn

Tolkien'in kendisi de 1968'deverdiği röportajda bunu dile getiriyor aslında. yüzüklerin efendisi için ilhamı nereden aldığını anlatırken simone de beauvoir'ın sessiz bir ölüm kitabından bir alıntıya yer veriyor: "doğal ölüm diye bir şey yoktur. insan varlığıyla dünyayı sorgulamaya açtığı için başına gelen hiçbir şey doğal değildir. her insan ölmek zorundadır fakat her biri için kendi ölümü bir kazadır ve dahi bunu bilse ve kabullense de gerekçesi olamayacak bir ihlaldir." sonra ilave ediyor, "bu ifadelere katılabilir veya katılmayabilirsiniz fakat yüzüklerin efendisi'nin ilham kaynağı budur."

9 Ağustos 2020 Pazar

Tarih Hırsızlığı - Jack Goody


Bir Hırsızlığın Anatomisi tarihçilerin yaklaşık MÖ 3000 yıllarındaki Bronz Çağı’ndan itibaren toplumsal temel değişiklikleri nasıl değerlendirdiklerini tekrardan ele almak ve bu yaklaşımdaki mevcut çelişkilerle yüzleşmektir. Goody, bu amacını gerçekleştirmek için büyük hayranlık duyduğu Braudel, Anderson, Laslett ve Finley gibi tarihçilere müracaat eder. Akabinde Marx ve Weber de dâhil olmak üzere, mezkûr tarihçilerin, dünya tarihlerini ele alış biçimlerini eleştirir (2012, s. 3). Goody, Batı Avrupa’nın tarihten çalmaya, feodalizm ve Rönesans aracılıyla kapitalizme az çok düz bir çizgi hâlinde ilerleyen arkaik toplum ve antik çağ kavramlarıyla başladığını belirtir (2012, s. 32). Goody’nin çalınanlar listesi epey kabarık bir yekûn tutar. Özetle uygarlık, kapitalizm, demokrasi, özgürlük, bireycilik, aşk, şehir, üniversite, hümanizma, hayırseverlik, zaman, mekân, dönemleştirme ve bunların hepsini kuşatan tarih anlatısını sayabiliriz. Sahiplenilen Zaman, Mekân ve Tasnifi Tarih dendiğinde ilk akla gelen iki kavram zaman ve mekândır. Dolayısıyla hırsızlığın ilk icra edildiği alan bunlar olmuştur. Zaman ve mekânın hâlihazırdaki boyutlarının, Batı tarafından inşa edildiği bilinen bir gerçektir (2012, s. 16). “Tarih hırsızlığı”, zaman ve mekân hırsızlığının yanında dönemlerin de tekelleştirilmesini içermektedir (2012, s. 25). Goody, “Avrupa’nın, yalnız geri kalan dünyanın tarihini ihmal etmek veya hafife almakla kalmayıp aynı zamanda bizim Asya anlayışımıza, onun geçmiş olduğu kadar gelecek açısından da önemli bir şekilde kötüleştiren bir şekilde, tarihsel kavramlar ve dönemler dayattığını göstermeyi” hedeflediğini ifade eder (2012, s. 9). Geçmişte olduğu

11 Nisan 2020 Cumartesi

Kimdir yazar, bir kahin mi, bir yol gösterici mi yoksa yalnızca bir hikâye anlatan kişi mi?

Roman ve YazarRoman ve Yazar
 “Yazarın malzemesi gerçeklik ve hayâldir. Gerçeklik, sosyal, bireysel olduğu gibi tarihsel de olabilir. Hayâl gücü, yaratıcı yazarın kullandığı yapı taşlarının ikinci öbeğini oluşturur…”[1] Yazarın romandaki tutumu onun ele aldığı gerçekliğe karşı tutumunu yansıtır ki “bu da bir ve tek değil, çeşitlidir. Gerçekliği kendi ruhsal merceğinden geçirmektir yaratıcı yazarın yaptığı iş. Ve bu mercekten geçtikten sonra da gerçeklik,

30 Mart 2020 Pazartesi

Önsözleriyle Dünya Klasikleri ve Dünya Korku Klasikleri

İtalo Calvino, ünlü “Klasikleri Niçin Okumalı” yazısında sıraladığı maddelerden birinde “Bir klasik, söyleyecekleri asla tükenmeyen bir kitaptır” der. Gerçekten de klasikler, içinden çıktıkları yüzyıl gibi geveze kitaplardır. Nasıl olmasınlar ki? Eric Hobsbawn’ın adlandırmasıyla “sermaye”, “devrim” ve “imparatorluk” çağı olan bir yüzyıl. Marx’ın, Engels’in, Hegel’in, Bakunin’in, Weber’in, Nietzsche’nin, kısacası büyük anlatıların

Klasikleri okumak insana ne katar?

Her çeşit (düşünsel, duygusal, iktisadi) iletişimin olağanüstü ölçüde hızlandığı 21. yüzyılda klasik sayılmak için beklenen süre eskisi kadar uzun değilse de, tarihî perspektif, geçmişe dönük bakış hâlâ önemli.

Modern çağda “klasik”lerle ilgili isabetli tanımlardan birisini “What is a Classic?” (“Klasik Nedir?”) başlıklı makalesiyle T.S. Eliot yapmıştır. Eliot, özetle, bir yapıtın klasik olup olmadığını anlayabilmek için “geçmişe dönük bir bakışa ve tarihî perspektif”e gerek duyduğumuzu öne sürmüştür.

26 Mart 2020 Perşembe

Görkemli Dünya”nın Kapısını Aralamak


David Le Breton, Yürümeye Övgü[1] adlı kitabının hemen başında yürüyüş için, “Yürüyüş dünyaya açılmadır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. (…) Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içinde yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir.” ifadelerini kullanıyor. Özellikle doğa yürüyüşleri, insanın kendi içine dönmesine, kendisini ve dünyayı her anlamda sorgulamasına yardımcı olan bir derinliği içinde barındırır. Yürüyüşün özünde var olan bu sorgulama, insanı önceki halinden belli ölçülerde farklılaştırır. Breton’un “İnsan bazen yürüyüşten değişmiş olarak döner,” cümlesi de bu sorgulamanın bir sonucudur mutlaka.
Everest Yayınları tarafından Temmuz 2018’de, Esen Akyel çevirisiyle okurla buluşturulan Görkemli Dünya, dünya edebiyatına Siddhartha, Bozkırkurdu,

23 Mart 2020 Pazartesi

Savaşın Anlamsızlığı ve Bireyin Var Olma Çabası: Kızıl Kahkaha


leonid andreyev
19. yüzyıl Rus yazarlarından Leonid Andreyev (1871-1919) tarafından kaleme alınan Kızıl Kahkaha, yakın zamanda Everest Yayınları etiketiyle okur ile buluştu. Daha çok bir “oyun yazarı” olarak tanınan

Öyküye Bir Nefes: Güneşi Kötü Evler


güneşi kötü evler
İlk kitabı Avuntular’dan (İletişim Yayınları, 2017) neredeyse iki yıl sonra ikinci kitabı Güneşi Kötü Evler (Everest Yayınları, Kasım 2019) ile öykü okurlarını yeniden selamladı Ömer Arslan. Bir öyküsü hariç (Malta Yok) aşağı yukarı 8-10 sayfalık öykülerden oluşan toplamda on üç öyküye yer vermiş yazar yeni kitabında. Bu anlamda bir önceki kitabına göre öykü sayısı neredeyse yarı yarıya azalmış. Bu, aslında anlamsız, sayısal verileri bir kenarda bırakırsak Ömer Arslan’ın

19 Mart 2020 Perşembe

İnsanlığın Medeniyet Destanı Roger Garaudy

İnsanlığın Medeniyet Destanı

İnsanlığın Medeniyet Destanı, Batı hegemonyasını reddeden gerçek bir dünya medeniyetleri tarihidir.
Bu kitap, tarihin kaçırılmış fırsatlarını ve insanın kaybedilmiş boyutlarını bizimle birlikte aramaya katılmak isteyen kimselere sesleniyor.

15 Mart 2020 Pazar

Felsefe Tarihi Üzerine Bir Roman: Sofie’nin Dünyası

Yazar: Jostein Gaarder / Eserin Adı: Sofie’nin Dünyası / Eserin Alt Başlığı: Felsefe Tarihi Üzerine Bir Roman / Tercüman: Sabir Yücesoy / Basım: 27. Basım / Yayınevi: Pan Yayıncılık / Yayın Yeri: İstanbul / Yayın Yılı: 2010 / Sayfa Sayısı: 591
JOSTEİN GAARDER KİMDİR
Bir kitab… Batı düşünce tarihi üzerine bir kitab… Batı aklının ürettiği fikrin serüveninin, bir genç kız üzerinden macera tadında anlatımı. Yazar Jostein Gaarder, bu keyfiyeti -gençliğin macera ilgisi ve duygusunu- iyi bilen bir mesleğe sahib; lise öğretmeni. Böyle bir girişle müellifin biyografisine bakacak olursak:

Rockefeller Ailesi Ölüm İmparatorluğu

Dünyanın başına bela olan ve Ölüm İmparatorluğu diye anılan Rockefeller Ailesinin, Illuminati - Küreselleşme ve Gizli Örgütler vasıtasıyla dünyaya getirmek istedikleri Yeni Dünya Düzeniyle ne yapmak istiyorlar. Bu sorunun cevabını biz de zor verdik. İşte size bazı satır başları;

-Türkiye'nin "Küçük Amerika" yapılması görevi kime verilmişti?
-

31 Ağustos 2019 Cumartesi

Nuri Pakdil – Büyük Sorgu / Klas Duruş / Kalem Kalesi


nuri-pakdil
(1 – Büyük Sorgu)
…zaten edebiyat da, çığlık çığlığa dolaşıp duran kendimizi “Gel bakalım hemşerim, nereye gidiyorsun yahu, kendine dön be!” sarsıntısıyla bulabilmenin bir tür pusulası değil midir?
*
“Cart!” : tembelliğin yanına gelen yeni bir tembelliği yırtmak hiç de kolay olmuyor …

Michel Foucault – Güzel Tehlike

Michel-Foucault

Sonuçta tek gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başın sokabileceği, sığınabileceği tek ev çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir.
*
Şu anda kafamı kurcalayan, on yıldır kurcalamaya devam eden mesele şu: Bizimki gibi kapalı bir kültürde, bir

Luis Fernando Verissimo – Borges ve Sonsuz Orangutanlar

Her zaman hakikati hatırlamak için yazarız. Hakikati tam olarak hatırlamak içinse uydururuz.
*
Coğrafya kaderdir.
*
Entelektüel tartışmalar dişsiz köpeklerin dalaşına benzer, zarar veren ısırmak değil havlamaktır.
*
“Yaşamak harabe bırakmaktır,” diye alıntıladım.

Carlos María Domínguez – Kağıt Ev

Carlos_María_Domínguez
1998 ilkbaharında Bluma Lennon, Soho’daki bir kitapçıdan Emily Dickinson’ın Şiirler’inin eski bir baskısını aldı ve ilk köşe başında, tam da ikinci şiiri okumaya başladığında bir arabanın altında kaldı.

Hasan Ali Toptaş – Sonsuzluğa Nokta


hasan-ali-toptas
Hıncahınç bir kalabalıkta, insanın en büyük sorunu kaçmaktır.
*
Çünkü bir sınırın hangi şartlarda ve nasıl geçildiği, ne düşlenir, ne anlatılır, ne de anlaşılır; onu, ancak ve ancak yaşayanlar bilir. Onlar da anlatmaktan kaçınırlar, kaçınmasalar da anlatmazlar; ya da anlattıkları bir düştür yalnızca, gerçeğin kokusuyla tatlandırılmış, gerçeğin rüzgarıyla biçimlendirilmiş, imkansız bir düştür…

Cicero – Dostluk


cicero
Akrabalar arasında dostluğu doğuran doğanın ta kendisidir; ama bu dostluk sağlam değildir. Gerçekten de akrabalar arasında yakınlık kaybolabildiği halde, dostlukta hiçbir zaman kaybolmaz: işte bu noktada dostluk akrabalığa üstündür, yakınlık ortadan kalkarsa, dostluk adı da kalkar ama akrabalık sürer. Dostluğun gücü özellikle şundan anlaşılabilir: doğanın insanları birbirine yaklaştırıp meydana getirdiği sayısız insan toplulukları içinde dostluk, o kadar sıkışmış, o kadar dar bir alana sığınmıştır ki, ancak iki veya birkaç kişi tam bir şefkatle birbirine bağlanır.
*
Dostluk mutlu günleri daha aydınlık yapar, felaketleri dağıtıp paylaşarak hafifletir.

8 Mart 2019 Cuma

Oscar Wilde'ın Mutlu Prens'ine ilginç çeviri: Allah diyen papaz

Oscar Wilde’ın çocuk hikayelerinden oluşan “Mutlu Prens” kitabı, Türkçe’ye orijinalinden çok farklı şekilde çevrildi ve yeniden “yorumlandı”. Kitabın, kocasının kıskançlığından şikayet eden bir kadının bu sorunu çözmek için gittiği rahip ile yaşadığı diyalogun ve evliyanın kadına ilan-ı aşk edişinin anlatıldığı bölümünde, “Kadını daha iyi kandırmak için ona hep dinden, imandan bahsediyordu” ifadesi yer aldı.
‘ALLAH’ DİYEN PAPAZ

Birçok ilköğretim ve ortaöğretim kurumu, MEB’in öğrenciler için önerdiği okuma listesi arasında yer

16 Şubat 2018 Cuma

Maurizio Lazzarato'dan 'Marcel Ducamp ve İşin Reddi'


[Haber görseli]Zamanı yaşama tembelliği

Kazimir Maleviç, İnsanın Esas Gerçekliği: Tembellik’i (Çeviren: Ender Keskin, Sel Yayıncılık, 2015) kaleme alıp kişinin fiziksel olandan kurtulması gerektiğini söyleyerek bir çağrıda bulunuyor ve tembelliğin, bireyin durup etrafına bakmasını sağlayan bir hak ve fırsat olduğunu dile getiriyordu. İnsan bunun ayırdına vardığında, çalışma şevki yerine anlamlı boş zamana sahip olabilecekti.
Maleviç’e göre bu boş zaman, insanı Tanrısallığa yaklaştıran bir andı. Çalışmaya tapmak yerine, hiçlik ve ölüm olmadığı rahatça kavranabilecek tembellik, insana düşünce ve sanat üreteceği alanlar açıyor. 
Jonathan Crary ise 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu (Çeviren: Nedim Çatlı, Metis Yayınları, 2015) adlı kitabında, üretim-tüketim dengesiyle yaratılan sahte bir gerçekliğe insanın kendisine ayıracağı zamanın dâhil edilmediğini savunuyor. “Verimlilik” ve “performans” gibi iki hayati mesele kişiyi, “zamansızlığa” (zamandan kopmaya) götürüyor. Kâr girdabına giren birey rutine teslim olurken esnek çalışma koşullarının labirentinde debelenip duruyor.
Bernd Brummer; gevşemenin de çalışma gibi bir eylem olduğunu ve kişinin hayal gücünü harekete geçirip esnek iş şartlarının doğurduğu huzursuzluk kültürünün panzehiri biçiminde algılanabileceğini belirtmişti Uykusuzluk (Çeviren: Kemal Atakay, Yapı Kredi Yayınları, 2009) adlı kitabında.
Tembellik denince akla gelen isimlerin başında yer alan Paul Lafargue’ın “tembellik hakkı” diye ortaya koyduğu şey, mutlak boşluğa değil artı değer üretme zorunluluğunu (çalışma hakkını) ortadan kaldırmaya gönderme yapıyordu. Yani bir tembellik övgüsü amaçlamamıştı; yapmak

Erich Segal'den 'Aşk Hikâyesi'


[Haber görseli]Bir yazarın gizdökümü...

Oliver Barrett, Harvard’da okuyan bir hokey oyuncusu. Müzik eğitimi alan Jenny ise işçi sınıfından İtalyan asıllı bir Amerikalı. Bu iki zıt karakterin sınıf, aile, akademi, statü, din ve kültürel gibi farklılıkların ilişkileri üzerindeki etkilerini anlatan Erich Segal’in Aşk Hikâyesi romanı, “Aşk, asla üzgün olduğunu söylememektir” sözünün esasına dayanır. İlk bakışta talihsiz bir aşkı anlatan bir roman gibi gözükse de aslında, sevgi ve ölümün katı gücünü hissetmenin ötesinde, otobiyografik yanın ağırlığı ile yazarın yaşantısındaki ilişkilerin üzerine bir aforizmasıdır.
Aile kavramının çökmesi, baba-oğul ilişkilerindeki kırgınlık, yakıcı ve özlenen hâllerine değinen detaycı ve titiz bir roman Aşk Hikâyesi. Bu ilişki detaylarında aşırıya kaçmadan okurun karşısına çıkardığı iki zıt karakter ile şekillendirir. Oliver’ın aile yapısı ile Jenny’nin aile yapısı, her iki tarafın yaşam görüşleri ve belirleyici rolleriyle ikili ilişkilerdeki etkileri farklı etmenler üzerinden yansıtır. Tıpkı Oliver’ın baskı altında büyümesi, baba başarısı nedeniyle ailedeki spor geleneğinin sürdürülmesi gibi tam tersi olan Jenny’nin Phil’le bağı ise güçlüdür. Bu iki farklı yapısal döngünün aynı çember çizgisinde dönebileceğini gösterir. Bu döngüyü sağlayabilecek tek bir kuvvet vardır; o da aşk.
  
ÇATIŞMA MERKEZİ
Erich Segal’in babası, Yahudi geleneğini ve eğitimini destekleyen dinî bir derneğin en aktif  çalışanıdır. Koyu bir Yahudi olan baba, bu baskıyı Erich Segal’in üzerinde de uygular.

‘Şiir, sözün hâlâ mihenk taşı’


[Haber görseli]‘Şiir, sözün hâlâ mihenk taşı’
 
- Ahmet Telli’nin yorumuyla şiirlerinizde hep bir zaman ve mekan arayışı var. Kitabın açılışındaki ‘Hipotez’de “Pusulanın göstermediği bir yer var / yolum oraya benim” diyorsunuz. Yolculuk ne sizce; nereye ya da daha ne kadar yolunuz var?
- Yolculuk; mekân ve zamanla rutin dışında bir kavuşma, kucaklaşma... Yadırgamayı, şaşırmayı, ayrılmayı, kavuşmayı ve yakın ağırlıktaki duyumsal estetik var oluş kategorilerini öylesine güçlü barındırıyor ki onun insan hayatında temel ve şiirsel bir metafor oluşu bundan. Sembolden çok ötelerde... Bu yüzden, yolculuğun neyi ifade ettiği sorusu şiirsel bağlamda kalarak kolay cevaplanamaz bence. İnsanın, bildiği ile duyduğu arasındaki mesafenin kısaldığı, birinin ötekine dönüştüğü özel bir var olma hâli yolculuk...
- Okurun da eşlik ettiği ve dönüştüğü bir yolculuk bu aslında. Ne bulacağız bu yolculuğun sonunda?
- Yolculuğun sonunda bir şey bulunamaz. Bu soruya en güzel cevaplardan biri Cevat Çapan Türkçesiyle, “İthaka” şiirinde veriliyor. Nostos’un ne ya da neresi olduğunun yanıtı da var burada: “Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka/ o olmasa, yola hiç çıkmayacaktın / ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka” (Konstantin Kavafis / Çev. Cevat Çapan). Benim yurdum evren, Samanyolu, doğu, batı, kuzey, güney, Türkiye, Antalya... Bazen

15 Nisan 2017 Cumartesi

Alışmadık Alışmayacağız: Yılmaz Güney’in iki önemli kitabı tekrar yayımland...

Alışmadık Alışmayacağız: Yılmaz Güney’in iki önemli kitabı tekrar yayımland...: Yılmaz Güney yeniden Yılmaz Güney, hem yazdıkları hem de sinema alanındaki çalışmalarıyla, bir yetenek olarak ülkemiz sanatına adını yaz...

Siyasi Forum Siyasi-Politik Haber - Makale - Yazılar-- Sosyoloji Toplum bilimi , sosyoloji ders notları

Çocuklar için öykülerle, çizgilerle Atatürk

Dergide Erk Acarer’in yazdığı, Mustafa Delioğlu’nun resimlediği Atatürk anekdotları yer alıyor. Sunay Akın’ın ve Süleyman Bulut’un 23 Nisan ve Atatürk anlatımları ve Ömür Kurt’un Yalova Köşkü hikayesi çocuklara bilinmeyen Atatürk’ü tanıtıyor.[Haber görseli]
Şair Onur Caymaz’ın Atatürk ile ilgili bir şiiri de yer alıyor.
Haydar Ergülen’in edebiyat danışmanlığını, Barış İnce’nin yayın yönetmenliğini yürüttüğü dergiye önceden çocuk eseri vermiş olan Feyza Hepçilingirler, Gülşah Elikbank, Canan Tan, Şermin Çarkacı

5 Mart 2017 Pazar

Gary Snyder'dan 'Özgürlüğün Görgüsü'

Yabanı “berbat ve kaba” diye niteleyenler, insanla doğa arasına set çekilmesine neden olup bugünkü inorganik yaşamı, şiddeti ve tahakküm istencini parlatarak özgürlüğün tu kaka edilmesine yol açtı. Gary Snyder, çevirisini İnan Mayıs Aru’nun yaptığı “Özgürlüğün Görgüsü”nde, dünyanın tüm yabanıllığı ile insanı izleyip dinlediğini; her adımın ve geçişin doğaya dalga dalga yayıldığını anımsatırken doğanın gücünün, kendisini ve insanı erginleştirmesinde yattığını hatırlatıyor.


Meskûn olmayan için saygı yürüyüşü
Çevreci ve işçi dostu şair Gary Snyder, kişisel deneyimlerin ve doğal yaşamın savunucusu. Varoluşun, bütün benliği etkilediğine ve etkilemesi gerektiğine inanarak bunun yaşam ile kişiyi bir araya getirdiğini; hayata tutunmasını sağladığını söylüyor. Bu düşüncesi onu Alan Ginsberg’le buluşturuyor.
Snyder doğa, çevre ve hayatın organikliğine olan ilgisini, daha doğrusu buna bağlılığını, doğup büyüdüğü 1930’ların tamamına yayılan ekonomik buhran döneminde ailesinin köy yaşamına dönmek zorunda kalmasına borçlu. Özgürlüğün doğasının ve doğanın özgürlüğünün Snyder’da pekişmesini sağlayansa İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ailesiyle beraber taşındığı Oregon’un ormanlarına dalması. Dağcılığa merak salan, yazan ve enikonu şiirle ilgilenmeye başlayan Snyder, gerçekle hayal olanı buluşturan metin ve dizeler kaleme alırken özellikle mit ile şiirin insanı aydınlatan bir ortaklığı bulunduğunu savunup deneyimle mitlerin bir bütün oluşturduğunu vurguluyor.
Riprap adlı derlemede art arda sıralanan kısa şiirlerin doğanın içinden geçtiği görülüyor. Snyder, insanı doğaya yerleştirirken gözün bakıp gördüğü ve ruhun özgürleştiği ve aynı zamanda kişinin hayata dair bilgilere erişmesinin de önünü açan şiirlere imza atmış. Onun dizeleri hem modernliği hem de kendine özgü yapısıyla, merak duyduğu ve hakkında bilgi sahibi olduğu Budizm’den, Uzakdoğu felsefesinden, ABD’nin Batı sahillerinden ve ormanlarından izler taşıyor.  
Riprap’teki şiirleri nedeniyle bazı sert eleştirilere maruz kalan Snyder, uzun yıllar Japonya’da yaşayarak

Annabel Abbs'den 'Joyce'un Kızı'


[Haber görseli]‘Lucia denen köz, önce parladı, sonra söndü'

Lucia, James ve Nora Joyce çiftinin ikinci çocuğu. 25 Temmuz 1907’de Trieste’de doğmuş. Dâhi bir baba, hayatını ona vakfetmiş bir anne. Sürekli ev ve yer değiştiriyorlar. Çoğunlukla otellerde kalıyorlar.
Lucia’nın ilk öğrendiği dil İtalyanca olmuş. Sonra buna üç dil daha eklenmiş. Paris'teki Dalcroze Enstitüsünde dans eğitimi almış. Dans eğitimine Margaret Morris ve sonra da Salzburg yakınlarındaki okulundaki Raymond Duncan (Isadora Duncan'ın kardeşi) tarafından eğitilmiş. 1927'de Jean Renoir'in Hans Christian Andersen'den uyarladığı La Petite marchande d'allumettes filminde kısa bir düette oyuncak asker olarak dans etmiş. Çalışmalarını Lois Hutton, Hélène Vanel ve Ballet Suédois'in baş dansçısı Jean Borlin'in yanında sürdürmüş.

KISA SÜREN BAŞARI ÖYKÜSÜ
Annabel Abbs romanı Joyce’un Kızı’nı (Ocak 2017, Çev. Özge Onan, hep kitap) 1928’de Paris’te Lucia’nın bu başarı öykülerini yaşadığı dönemde başlatıyor. Lucia bir yandan dans dersleri alıyor diğer yandan yaptığı gösteriler övgüyle karşılanıyor.
Paris Times, Vieux-Colombier tiyatrosundaki La Princesse Primitive'deki performans sonrasında şunları yazar: “Lucia Joyce, tam babasının kızı. James Joyce’un coşkusunu, enerjisini ve dehasının henüz belli olmayan bir bölümünü almış.” Şu cümle de önemlidir; “Ritmik dans alanında gerçek kapasitesine ulaştığında, James Joyce artık kızının babası olarak tanınabilir.”
28 Mayıs 1929'da, Paris'teki Bal Bullier'de düzenlenen dans festivalinde altı finalist arasına seçilir. İkinci olması üzerine babası ve genç Samuel Beckett'in de aralarında yer aldığı izleyici, performansının olağanüstü olduğunu düşündüğü Lucia’nın birinci olması gerektiği düşüncesiyle jüriyi protesto eder.

Stella Rimington'dan 'Açık Sır'


[Haber görseli]İstihbaratın kraliçe arısı

Stella Rimington, 1965’ten 1996’ya dek İngiliz İç İstihbaratı’nda (MI5) çalıştı, 1992-1996 arası ise kurumun başkanlık görevini üstlenen ilk kadın olarak tarihe geçti. Tecrübelerinin ışığında, başkarakterinin Liz Carlyle olduğu casusluk romanları kaleme aldı.
Bunlardan Türkçeye çevrilen Kaçak Avı’nda, Carlyle’ın İngiltere’de yaşayan Rus oligarklardan birine suikast düzenleyeceği bilgisini alıp harekete geçişini anlatan Rimington, karakteri gizli ve pırıltılı dünyaya göndermişti. Rus ajanlarının Soğuk Savaş sonrasında Britanya’daki faaliyetlerini de konu alan romanda yazar, ajanlığın doğasındaki güven-şüphe ikilemine yoğunlaşmıştı.
Rimington, Türkçeye çevrilen bir diğer romanı Gizli Ajan’da ise okuru, Caryle’ın bu kez İslamcı teröristlerin peşine düştüğü bir maceraya sürüklerken hem bir terör hücresinin hem de teşkilattaki bir köstebeğin izinin sürüldüğü bir hikâyeyle buluşturmuştu.
Rimington, romanlarında uzun yıllar çalıştığı kurumda olup bitenleri yer, kişi ve zamanları değiştirip kurgusuna katarak birer macera haline getirmişti. Fakat asıl ses getiren kitabı, 2001’de kaleme aldığı ve Türkçeye yeni çevrilen Açık Sır isimli otobiyografisi. Bu kitap, 2012’de izleyiciyle buluşan, başrollerinde Daniel Craig ve Javier Bardem’in yer aldığı, James Bond filmlerinin yirmi üçüncüsü olan Skyfall ile daha popüler hâle geldi. Çünkü filmde Judi Dench’in canlandırdığı “M” karakterinin Rimington’dan esinlenilerek oluşturulduğu konuşulmuştu. “M” filmde, kendi geçmişiyle yüzleşirken Bond ise saldırı altındaki teşkilatın başındaki tehditleri savuşturmaya uğraşıyordu. 
Rimington, Açık Sır’da hem hayat hikâyesini hem de yaşamının büyük kısmında yer kaplayan istihbarat kariyerini anlatırken Skyfall’dakinden çok daha geniş çaplı bir maceranın kapılarını aralıyor. Üstelik bunlar MI5’in geçmişi, IRA, Soğuk Savaş ve erkeklerin çoğunlukta olduğu teşkilatta bir kadının tutunabilme çabası gibi belli başlı gerçeklere de temas ediyor. Öte yandan Rimington, işi ile ailesi

Stefan Zweig'dan 'Amok Koşucusu'



[Haber görseli]Dünyanın hemen her ülkesinde ve her çağda bir çeşit ırkçı düşünceler egemenlik kazanmış. Birleşmiş Milletlere bağlı yüz yetmiş ülke tarafından, 2006 yılında imzalanan, her türlü ırksal ayrımcılığa karşı bildiriye rağmen de ırkçılık ve ayrımcılık her geçen gün güç kazanıyor. Tam da ırkçılığın yeniden gündemimize düştüğü bu günlerde, yıllar önce okuduğum Stefan Zweig’ın Amok Koşucusu (Çev.: Nafer Ermiş, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 60 s.) novellasını, bu sefer Batıdaki yerleşik ırkçılık üzerine düşünerek okuma fırsatı çıktı.
Stefan Zweig 1930’larda dünyanın en çok okunan yazarlarından biriydi, bugün de onu hümanist dünya görüşü ile tanırız, bu yüzden ırkçılık hakkında bir yazıya konu olacağını belki düşünmezdiniz fakat XX. yüzyıl başlarındaki kabul gören ırkçılığa bakmak için çok önemli bir kaynak Amok Koşucusu.

DOĞU’DA BİR AVRUPALI
Novella basit bir kurguya sahip. Kalküta’da yaşayan Alman asıllı anlatıcı, Avrupa’ya dönmek üzere bindiği transatlantik gemide bir doktorla tanışır. Doktor, kimse tarafından görünmek istemediği için geceleri, herkes yattıktan sonra güverteye çıkar ve anlatıcı ile orada karşılaşırlar. Sadece yıldızların aydınlattığı karanlık gecede doktor hayatının bütün sırlarını tek tek anlatır. Romanın merkezindeki olay, doktorun son bir haftada yaşadıklarıdır.
Aslen Leipzig’li olan doktor yedi yıl kadar önce, doktorluğun yanı sıra yerli halkın psişeleri üzerinde bilimsel araştırma yapmak üzere Endonezya’da ücra bir köye yerleşir. Aslında Endonezya’ya “düşmesi” rastlantı değildir, çalıştığı hastanenin para kasasına el uzattığı için bir çeşit sürgünle buraya kapağı atmıştır. Kendisinden başka beyazın yaşamadığı bu ücra yerde zamanla alkole bağımlı, depresif bir ruh haline girer. Olaylar, evine Hollandalı varlıklı bir tüccarın güzel ve kibirli İngiliz karısı gelip de kendisinden kürtaj yapmasını isteyince başlar. Kadının tek arzusu gizliliktir. Doktora yüklü bir miktar para vermeye hazırdır. Fakat doktor, yıllardır bir Avrupalı kadınla karşılaşmadığı için, garip davranır, kadından para değil, kendisini vermesini ister.

3 Ocak 2017 Salı

Orhan Duru'dan 'Mavi Gezi'


[Haber görseli]Pirî Reis’in izinde…

“Mavi Gezi”nin tümünü, Duru’nun Pirî Reis’i takip ederek çıktığı yolculukların gözlem ve bilgi yüklü bir anlatımı olarak görebiliriz.


97’nin baharıydı. P Sanat Kültür Antika dergisinin yaz sayısını Akdeniz’e ayırmaya karar vermiştik. Tarihin en eski zamanlarından gelip çağımız düşünce ve sanatını derinden etkileyen Akdeniz uygarlıklarının sanattaki yansımalarına. Ne ki dünyanın bu en büyük iç denizinin kıyılarında bir yolculuğa çıkmadan olmazdı.
Böyle bir yolculuğa ise olsa olsa Akdeniz’in tüm girdiçıktısını bilen bir deniz kurdu, Pirî Reis kılavuzluk edebilirdi.
Pirî Reis’in on altıncı yüzyılın ilk çeyreğinde Gelibolu’da hazırlayıp Kanunî Sultan Süleyman’a sunduğu “Kitab-ı Bahriye” Akdeniz’e yelken açan denizcilere yol göstermemiş miydi?
Peki, Çanakkale Boğazı’ndan demir alıp “Kitab-ı Bahriye”nin dümen suyunda Akdeniz kıyılarını dolaşarak İskenderun’a uzanan bir yolculuğa kim çıkarabilirdi bizi? O kıyılarda çıktığı gezileri yıllarca yazmış olan Orhan Duru’dan daha iyi kimi bulabilirdik ki.

DURU İLE BİR ŞÖLEN GÜNÜ
Pırıl pırıl bir bahar günü, P dergisinin fotoğrafçısı Caroline Erel’i de alıp Orhan Duru’yla birlikte İstanbul Üniversitesi’nin Süleymaniye’deki Nadir Eserler Kütüphanesi’ne yollanmıştık. Caroline, belki de Evliya Çelebi’nin sözünü ettiği “harita esnafı”nın çoğalttığı “Kitab-ı Bahriye”nin TY. 6605 numaraya kayıtlı, sanat yapıtından farksız bir kopyasını sayfa sayfa fotoğraflamıştı; neler yazacağını kafasında canlandıran Duru’nun gözetiminde.

Christopher Dell'den 'Okült, Büyü ve Cadılık'

Sanat tarihçisi Christopher Dell, “Okült, Büyü ve Cadılık” adlı kitabında, insanın rasyonelliğiyle beraber yürüyen; bazen inanma bazen de düşman yaratma ihtiyacından doğan büyü ve cadılığın geçmişine yoğunlaşıyor.




[Haber görseli]Doğaüstü dünya
Christopher Dell, insanın irrasyonel arazisinde gezinirken hatırlattığı önemli bir gerçek var: İnsan, her zaman birtakım gizleri keşfetme dürtüsüyle hareket eder ve saklı bir gerçekliğin olduğuna inanır. Hepimizde hortlayan bu mistik yan, tarihte kimi anlarda hiç de masum olmayan eylemlerle sonuçlanmıştı. Öte yandan Dell, insanın olup bitene uhrevi bir pencereden bakmasının zengin bir kültür tarihi yarattığı görüşünde. İşte kaleme aldığı Okült, Büyü ve Cadılık, bu tarihten önemli kesitler sunuyor.

GİZLİ DÜNYA
Bireylerin rasyonel tarafını dengeleyen fakat bazen de fena halde sarsan gizemli güçler fikri, insanın hem fantezi dünyasını besledi ve çeşitli amaçlara hizmet etti (örneğin, uğur getirdiğine inanılan totemlerin üretilmesini veya bereketi arttırdığı düşünülen kimi “sistemlerin” yaratılmasını sağladı) hem de sosyal yaşamı biçimlendiren eylemlere kapı araladı.
Dell, gizli olana, günlük var oluşun ötesine geçilmesine imkân verip rasyonel ve irrasyonel dünya arasında bağlantılar kurulmasının yolunu açtığı için dikkatle bakılması gerektiğini düşünüyor. Daha doğrusu bu tür bir inancın irdelenmesinin zorunluluğuna… Hatta böylesi gizli bir dünyayla “iletişime geçenlerin kazanabileceği ödülleri” sıralıyor yazar: Ölülerle konuşma, sevgi, hayatını istediği gibi yönlendirme, hastalıklardan korunma, dünyanın şifrelerini çözme… Geçmişten günümüze ulaşan

Robert Bryndza'dan 'Buzdaki Kız'


“Buzdaki Kız”, Slovak asıllı polis Erika’nın vahşice öldürülmüş, zengin bir genç bir kadının cinayetini araştırmasını konu alıyor. Erika araştırma boyunca hem kurbanın nüfuzlu ailesinden gelen baskılarla hem de kendi teşkilatının seksizmiyle mücadele etmek zorunda.


[Haber görseli]Yepyeni bir kadın dedektif
 
İyi bir polisiye romanı asla sadece suçu kimin işlediğiyle ilgili değildir. Polisiye, türünün doğası gereği toplumun içini oyan kötülük ve yozlaşmayı ve bunları perçinleyen (aile, okul, bürokrasi, yargı ve polis gibi) kurumları ele alır. Polisiyenin Altın Çağı’nda (1920 ve 30’lar) çok popüler olan ve tek bir malikânede geçen, dış dünyayla ilişkisi yokmuş gibi gözüken “kapalı oda” polisiyeleri bile aristokrat sınıfa ve her an yıkılabilecek sahte toplumsal huzur ve düzene dair bir eleştiridir. Fakat polisiye türü zaman içinde, Altın Çağ’ın üstü örtülü ve bilinçaltı eleştirilerinden uzaklaşıp, toplumsal kaygıları doğrudan ele alacak bir yönde gelişti. Günümüzün çok satan ve izlenen polisiyelerinin ortak özelliği toplumsal bir kötülüğü saklandığı köşeden çıkarıp, tüm karmaşıklığıyla ele alması.
Eğer iyi bir polisiyenin gücünün bir kısmı toplumsal yozlaşmayı ele alış biçiminden geliyorsa, diğer bir kısmı da detektif karakterinden gelir.  İlk örneklerinden günümüze (Auguste Dupin, Sherlock Holmes, Miss Marple, Kurt Wallander, vb.) polisiye romanının taşıyıcı unsuru kendine has bir karakteri ve yöntemi olan detektiftir. Bu yüzden raflarda aynı detektifin maceralarını konu alan serileri sıkça görürüz. Hiçbir yazar okuyucuyu etkilemeyi başarmış ve formülü tutturmuş bir detektifi kolay kolay çöpe atmaz. Her ne kadar 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar kurgusal erkek detektifler türe hâkim olmuş olsalar da, 1970’lerden itibaren feminist hareketin görünürlüğünün artması ve taleplerini bir bir elde etmesiyle, yerlerini kadın detektiflere bıraktılar. Günümüzde hem ekranda hem de edebiyatta (Sara Paretsky’nin Sert Oyun romanıyla ilk kez tanıştığımız) seksi ve sert Warshawski gibi detektiflerden, (Danimarka dizisi Forbrydelsen’deki) Sarah Lund gibi saplantılı ve dış görünüşüne önem vermeyen bir polise ve (Stieg Larsson’un Milennium Serisi’ndeki) Lisbeth Salander gibi asosyal ve