Translate

İzleyiciler

29 Ekim 2015 Perşembe

Perde Arkasından Fısıldamak: Cyrano de Bergerac

Cyrano De Bergerac aşkı ve fedakârlığı en iyi anlatan tiyatro metni olmasına rağmen 2000’lerin “Ben” merkezli dünyasında ütopyadan ibarettir.

Cyrano de Bergerac
 
CYRANO DE BERGERAC
YAZAN: Edmond Rostand
YÖNETEN: Mehmet Birkiye
ÇEVİREN: Sabri Esat Siyavuşgil
DRAMATURG: Başak Erzi
MÜZİK: Tolga Çebi
SAHNE TASARIMI: Barış Dinçel
IŞIK TASARIMI: Murat İşçi
KOREOGRAFİ: Alpaslan Karaduman
EFEKT: Ersin Avşar
MAKYAJ: Derya Ergün
OYUNCULAR: Yiğit Sertdemir, Ayşecan Tatari, Tanju Girişken, Özgür Dağ, Cem Karakaya, Murat Bavli, Çiğdem Gürel, Cem Uras

Cyrano kılıcı, şairane konuşmaları ve burnuyla ün salmış bir silahşördür. Bir temsil sırasında

24 Ekim 2015 Cumartesi

Dahi Bir Polisiye Yazarı: Agatha Christie


Dahi Bir Polisiye Yazarı: Agatha Christie

20. yüzyılın en iyi polisiye yazarlarından biri, İngiliz yazar Agatha Christie ile ilgili bilgileri derledik.

Tam adı Agatha Marry Clarissa Miller Christie Mollowan olan yazar, Hercule Poirot karakterinin yaratıcısıdır. Yazar aynı zamanda Mary Westmacott takma ismi ile aşk romanları da yazmıştır. Ama ona ününü sağlayan, yazdığı 80 polisiye romanıdır.
Küçük yaşlarından beri okumayı çok seven Agatha Christie, dislektik olmasına rağmen

7 Yazar Ve Eseri

Keşke Okusaymışım Diyeceğiniz 7 Yazar Ve Eseri

Eğer Okumadıysanız Ve Kitap Okumaya İhtiyacınız Varsa Okunması Gereken Yazar ve Kitapları

1. Oğuz Atay Tutunamayanlar

Oğuz Atayın Tutunamayalar adlı romanını anlatmaya ne kelimler yeter nede ifadeler. Okurken ben kitabı daha önce niye okumadım dedirtecek bir eser. İnsanın hayatının akışına etki eden çok harika bir eser.

13 Ekim 2015 Salı

Dilek Neşe Açıker’in yeni romanı “Gündüz Kelebeği”


[Haber görseli]Evladıma Miras Bu Sevda ve Denizin Hikâyesi kitaplarından da tanıdığımız yazar Dilek Neşe Açıker bu kez “Gündüz Kelebeği” isimli romanı ile karşımızda. Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlanan roman, 80’li yıllarda başlayan ve günümüze kadar gelen bir hikâyeyi okuyucu ile buluşturuyor.
Sislere gömülen bir ada, Samatya ‘da bir kahve ve kusursuz görünen evlerin kalın duvarları arasına gizlenen hayatlar... Gündüz Kelebeği, farklı nedenlerle sessizliği seçen karakterlerin birbiri içine geçmiş hayatlarını, çelişkilerini ve değişimlerini anlatan bir roman.
Sevdiği adam uğruna sessizliği seçen İnci, paranoyaları ve tutkuları arasında "düzen" dediği hayatı sürdürmeye çalışan Fuat, yolunu kaybeden Ali, yıllar boyu sırlarla yaşamanın ağır yükünün acısını sevdiği herkesten çıkaran Mukaddes. Her biri iyi ile kötü arasındaki sınırı aşmamak için mücadele ederken yenilen yalnız insanlar.
“Gündüz Kelebeği”, Dilek Neşe Açıker, roman, 326 sf,  Ekim 2015, Yitik Ülke Yayınları, 22 TL
DİLEK NEŞE AÇIKER
3 Ocak 1972’de İstanbul’da doğan yazar Dilek Neşe Açıker 1995 yılın İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet

28 Eylül 2015 Pazartesi

Slavoj Žižek “Hiçten Az”


“Hiçten Az”, politika hakkında çok fazla konuşan, sinema, edebiyat ve sanatın her dalına dair söyleyecek çok fazla sözü olan, söylemleriyle, girdiği tartışmalarla magazinin bir parçası, bir pop ikonu haline getirilmeye çalışılan bir felsefecinin, hiç de değişmeden, yürüdüğü yoldan başka bir yere sapmadan, takıntılarından vazgeçmeden kendini tekrar hatırlatma eseri. Cem Tunçer'in değerlendirmesi...
[Haber görseli]Slavoj Žižek'ten “Hiçten Az”
Hegel, Lacan ve diğer ölümcül şeyler
Şüphesiz Žižek çağımızın en önemli, en provokatif, en “yamuk bakan” düşünürü. Yazdığı, söylediği, konuştuğu her şey artık olay olan, özel hayatıyla bile gündeme sıkça gelen bir tuhaf adam. Fikirleri ve açıklamalarıyla felsefeye yön veren, Fransız post-yapısalcı felsefeciler; Foucault, Derrida, Deleuze ile adı bir anılan, kıta felsefesi, edebi ve kültürel incelemeler, sinema eleştirisi gibi alanlarda adını

E. M. Cioran’dan “Gözyaşları ve Azizler”


[Haber görseli]E. M. Cioran’dan “Gözyaşları ve Azizler”
Yeniden doğan Cioran
Dünyada iz bırakan fikir insanlarının, bu noktaya büyük acılardan geçerek geldiğine dair bir kabul var. Elbette bunun doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır. Ancak var olan kötülüğe kafa yoran pek çok fikir insanının, acı çektiği ve oradan hareketle zemini sağlam düşünceler ürettiği âşikâr. Kısacası bu bir döngü; acıdan düşünce üretmek, fikir üretirken acı çekmek… 
Emil Michel Cioran’ın “kanlı şaka” dediği ve kötülüğün yinelenmesine dayanan yaşamda insan, hem çarmıha gerilir hem de karşısındakini çarmıha germek için can atar. Cioran’ın bu bakış açısı, ilk anda çok karamsar görülebilir, belki de öyle. Peki, Cioran buraya nasıl varmış olabilir? Onun bunalımlı ve melankolik hali, aynı zamanda insanın başına gelenleri yerli yerine oturtma anlamında bir çıkış noktası yakalamasını sağlar. Yani Cioran’ı gamlı bir bilge yapanın, yaşadığı acılar olduğu ortaya çıkar.
Cioran, insanın karanlık ve gerçek tarafına eğilmeyi tercih ediyor. Acıya yukarıdan bakanları bir köşeye koyup onların yaptığının tersine seviyeyi eşitleyerek duruma eğiliyor. Onun yüzündeki tuhaf gülümseme de bundan kaynaklanıyor; acıyı anlamak, kuşkulu bir tebessümü de doğuruyor.
Hayatı anlaşılmaz kılan herkese ve her şeye (din, ideoloji, siyaset vb.) karşı tavır alan Cioran, eşyanın krallığını da reddediyor. Kayıtsızlığın sularında özgürce yüzen Cioran’ın narsist bir tavır takındığı düşünülebilir ama aslında kendi gerçekliğini kurmaya çabalıyor. Önemsediği “şimdi”, onun bitiremediği cümlelerinin; anlatımını noktalayıp rahata eremeyişinin başta gelen nedeni. Bu durum, Cioran’ı dikkatle okuyanlarda ister istemez gerilim yaratır çünkü yazdığı her satırda kara mizahla dolu bir öfke patlamasıyla yüzleşiriz ve bu, Cioran’ın çıkış noktasını oluşturur. Ona göre gerçek filozof ve sanatçıları da benzer bir öfke besler.
Cioran’ın kullandığı öfkeli, acı dolu ve mizahi dil, aslında insanları uyandırmayı, farkındalık yaratmayı ve

Carol Dyhouse'dan “Gösteriş – Kadınlar, Tarih, Feminizm”



[Haber görseli]Carol Dyhouse'dan “Gösteriş – Kadınlar, Tarih, Feminizm”
Gösteriş: Ataerkil tuzağa düşüşün simgesi mi, yoksa bir başkaldırı mı?
Britanyalı sosyal tarihçi Carol Dyhouse “Gösteriş” başlıklı bu kitabında dikkatini kadınlığın, kadın bedeninin kamusal alanda sergilenmesine çeviriyor. Yüz yıl içerisinde ünlü olmuş şarkıcı ve aktristlerin ikonik fotoğraflarıyla, eski reklamların afiş ve metinleriyle, bahsedilen dönemleri yansıtan fotoğraf ve görsellerle donatılmış kitap, bakışını 20. yüzyıla ve tüketim çağı kültürüne odaklayarak kadın kimliğinin tarihsel gelişiminin incelenmesine katkıda bulunuyor.
Feminizm ve sosyo-kültürel tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Carol Dyhouse’un ses getiren kitabı Gösteriş - Kadınlar, Tarih, Feminizm, geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Kitap, ismiyle müsemma, daha kapağından başlayan bir cezbedicilikle karşılıyor okuru ve bir zaman tüneline daldırıveriyor. Sussex Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Dyhouse yolculuğu 1900’lerden başlatarak 90’lı yılların sonuna doğru ilerletirken biz de “Gösteriş ne menem bir şeymiş!” diyerek yüksek tempolu bir okuma serüvenine girişiyoruz.
Şaşaa, debdebe, ihtişam… Gösteriş yerine belki de bu kelimelerden birini seçebilirdik. İngilizcedeki (ve aynı zamanda kitabın orijinal adı olan) glamour kelimesi için ilk bakışta hepsi de uygunmuş gibi gözüküyor. Glamour, bugüne kadar üzerine özellikle düşünmemiş olanlar için olumlu bir çağrışıma sahipken Türkçede gösteriş daha olumsuz şeyleri çağrıştırıyor; caka satmayı, gösteriş yaparak görgüsüzlüğünü dışa vurmayı, sonradan görmeliği akla getiren anlamlara da sahip. Ancak Carol Dyhouse, hem gösteriş kelimesinin işaret ettiği anlamın hem de gösterişin içeriğinin onyıllar içinde ne kadar değiştiğini gösteriyor bize. Okudukça anlıyoruz ki, ne ABD’de ne de Britanya’da gösteriş her zaman olumlu karşılanmış. Gösterişin buralarda da “klas olmayan”la, “kafa tutan”la, “dikkat çekmeye çekinmeyen”le bir bağlantısı var. Ve elbette, konu gösteriş olunca odağa yerleştirilmiş olan kadınlar var, lüks var, tüketim var.
MODERN GÖRÜNMEK, İFFETSİZ BULUNMAK
Yoğun bir sanayileşmeyle birlikte, -başta İngiltere olmak üzere- bütün Avrupa, şehirlere yönelen göç dalgaları,