Dünyanın hemen her ülkesinde ve her çağda bir çeşit ırkçı düşünceler egemenlik kazanmış. Birleşmiş Milletlere bağlı yüz yetmiş ülke tarafından, 2006 yılında imzalanan, her türlü ırksal ayrımcılığa karşı bildiriye rağmen de ırkçılık ve ayrımcılık her geçen gün güç kazanıyor. Tam da ırkçılığın yeniden gündemimize düştüğü bu günlerde, yıllar önce okuduğum Stefan Zweig’ın Amok Koşucusu (Çev.: Nafer Ermiş, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, 60 s.) novellasını, bu sefer Batıdaki yerleşik ırkçılık üzerine düşünerek okuma fırsatı çıktı.
Stefan Zweig 1930’larda dünyanın en çok okunan yazarlarından biriydi, bugün de onu hümanist dünya görüşü ile tanırız, bu yüzden ırkçılık hakkında bir yazıya konu olacağını belki düşünmezdiniz fakat XX. yüzyıl başlarındaki kabul gören ırkçılığa bakmak için çok önemli bir kaynak Amok Koşucusu.
DOĞU’DA BİR AVRUPALI
DOĞU’DA BİR AVRUPALI
Novella basit bir kurguya sahip. Kalküta’da yaşayan Alman asıllı anlatıcı, Avrupa’ya dönmek üzere bindiği transatlantik gemide bir doktorla tanışır. Doktor, kimse tarafından görünmek istemediği için geceleri, herkes yattıktan sonra güverteye çıkar ve anlatıcı ile orada karşılaşırlar. Sadece yıldızların aydınlattığı karanlık gecede doktor hayatının bütün sırlarını tek tek anlatır. Romanın merkezindeki olay, doktorun son bir haftada yaşadıklarıdır.
Aslen Leipzig’li olan doktor yedi yıl kadar önce, doktorluğun yanı sıra yerli halkın psişeleri üzerinde bilimsel araştırma yapmak üzere Endonezya’da ücra bir köye yerleşir. Aslında Endonezya’ya “düşmesi” rastlantı değildir, çalıştığı hastanenin para kasasına el uzattığı için bir çeşit sürgünle buraya kapağı atmıştır. Kendisinden başka beyazın yaşamadığı bu ücra yerde zamanla alkole bağımlı, depresif bir ruh haline girer. Olaylar, evine Hollandalı varlıklı bir tüccarın güzel ve kibirli İngiliz karısı gelip de kendisinden kürtaj yapmasını isteyince başlar. Kadının tek arzusu gizliliktir. Doktora yüklü bir miktar para vermeye hazırdır. Fakat doktor, yıllardır bir Avrupalı kadınla karşılaşmadığı için, garip davranır, kadından para değil, kendisini vermesini ister.