Translate

İzleyiciler

16 Mayıs 2014 Cuma

“Bilgiyle Sohbet: Popüler Bilim Yazıları”


Celâl Şengör'den “Bilgiyle Sohbet: Popüler Bilim Yazıları”
Celâl Şengör'ün yirmi yılı aşkın süre çeşitli dergi ve gazetelerde, başta bilim olmak üzere eğitim, tarih, arkeoloji, coğrafya, edebiyat, toplum ve kültür gibi pek çok alanda yayımlanan yazıları ve konuşmalarından oluşturulan “Bilgiyle Sohbet: Popüler Bilim Yazıları” adlı derleme okura sunuldu.



‘Türkiye, kravatlı bir Afganistan’dır!’
- Popüler bilimin anlamı nedir?
- Popüler bilim, esas işi ya da mesleği bilim olmayan insanlara bilimi anlatmak için yapılan faaliyettir. Bu, esas mesleği bilim olmayan insanlar eğitimli veya eğitimsiz olabilir. O nedenle de popüler bilim çeşitli seviyelerde yapılabilir. Toplumumuzu istesek de istemesek de bilim yönetiyor. Eczaneye gidiyorsunuz, ilaç alıyorsunuz, bilim ya da doktora gidiyorsunuz, bilim. Yediğiniz yiyeceğin içeriğinden bahsederken de bilimle haşır neşirsiniz. Dolayısıyla bilim etrafımızda, her yerde.
“MEDENİYET ANADOLU'NUN BATISINDA DOĞAR AMA DOĞU’YA GEÇMEZ”
- Hayli çeşitli alanlardan yazılar okuyoruz.
- Bilim, insan yaşamının tüm alanlarıyla etkileşim halindedir. Yazılarımın bu kadar çok alana yayılmasının bir sebebi bu. İkinci sebebi, yaşantımın ilk yıllarına uzanan askerlik hevesimdir. Bu hevesin vermiş olduğu toplumla bir arada olma, topluma hizmet etme gibi düşüncelerle çokça siyaset de okudum. Türkiye’de asla siyasete bulaşmadım, bulaşmam ama okudum. İçinde mesela ekonomi de okudum hiç sevmediğim halde. Derken tarih bir şekilde girdi işin içine. Dolayısıyla insanın yelpazesi genişliyor.
- Anadolu sizin için nasıl bir referans kaynağı?
- Memleketimin anakarası olması ilk olarak tabii. İkincisi Anadolu, Asya’nın küçüğü. Çok ilginç bir jeolojisi, tabiatı var. İnsan potansiyeli olarak çok ilginçtir elbette. Baştan beri pek çok kültürün, insan grubunun kaynaştığı bir coğrafya. Sonra kendine has sorunları vardır, mesela Hititlerden beri Anadolu’nun iç kısımları hiçbir medeniyet oluşturamamıştır. Yani medeniyet Anadolu’nun Batı sahillerinde doğuyor ama Doğu’ya geçmiyor. Bunu ta Yunanlılar zamanında da görüyoruz,

Keruoac ve Ginsberg’ün mektupları


‘Kurtaracağız Amerika’yı sevgisizlikten’
Beat Kuşağı’nın ağababalarının yayımlanmayan hiçbir malzemesinin kalmadığını düşünenler yanılıyor. Yanılan bir başka grup ise onların güncelliğini yitirdiğini söyleyenler. İlk grup için üzücü haber mektupların, belgelerin henüz çok azı yayımlanan kıyıda köşede duran kişisel notların varlığı. İkinci gruptakilerin canını sıkacak olansa Beat Kuşağı’nın ürettiklerinin, bugün yaşanan kimi çürümeleri o günlerden görmeleriyle ilgili.
Halis Beatlerin, zamanın “ruhuna” karşı başkaldırısı, bugün dünyanın dört bir yanında filizlenen direniş kültürünün de esaslı bir örneğiydi aslında. Ortaya koydukları her ürün, yaptıkları her eylem kendi dönemlerinin kokuşmuşluğunun bazen çılgınca bazen aklı başında bazen de ağzı bozuk bir eleştirisiydi.
Vakit buldukça birbirine sarmış, hatta kimi anlarda en sert eleştirileri ya da en samimi yorum ve düşüncelerini paylaşmışlardı. Bunun örneklerini mektuplarda buluyoruz. Beat yazarlarının aralarındaki mektuplaşmalardan bir kısmı yayımlanmıştı. Özellikle troykanınkiler (Burroughs-Keruoac-Ginsberg mektuplaşmaları). Bu kez Keruoac-Ginsberg ikilisinin birbirine yazdığı mektupların neredeyse tamamı karşımızda. Keruoac’ın ölümünün hemen öncesine dek (1944-1969 arası) süren yazışmalarda itiraflar, yapmacıksız eleştiriler, kendileri dışındaki Beat çetesi üyelerine sataşmalar ve tanınmadan öncekiyle dünya çapında bilinmelerinin ardından hissettiklerine dair duygular dikkat çekiyor. İkilinin mektupları, Beat Kuşağı’nın nasıl ete kemiğe büründüğünü; hareketin temellerinin atılıp binanın nasıl inşa edildiğini göstermesi nedeniyle de önemli. Ayrıca her ikisinin iç dünyasını tanıma yolculuğunun da seyir defteri bir bakıma bu mektuplar. Tabii hepsinden öte büyük dostluğun tarihi kayıtları.
KOCA BİR PARANTEZ
Keouac’ın ve Ginsberg’ün birbirine yazdığı mektupların haddi hesabı yok. Bill Morgan ve David Stanford tarafından derlenen bu malzeme yığını, iki editörün de dediği gibi aslında Keruoac’la Ginsberg’ün ileri görüşlülüğünün ürünü. Çünkü iki yazar da gönderip aldığı mektupların neredeyse tamamını saklamış; Keruoac’ın ölümünden sonra Ginsberg bulabildiği bütün malı özenle istiflemiş.
Bu mektupların bir özelliği, ikilinin kapasitesini fark edişinin ve dünya görüşünün yerli yerine oturuşunun bir yansıması. Tabii çoğu anda serbest çağrışım yine işbaşında. Mektuplar, Keruoac ve Ginsberg’ün yapıtları arasına açılmış koca bir parantez. Büyük bir derinlik ve aynı ölçüde naiflik beraber yürüyor. Belki de bu yüzden en büyük sıkıntı veya coşkularını hemen her mektupta, bazen duru biçimde bazen yerinde bir küfürle birbirine aktarıyorlar. Yani hep olduğu gibi otosansüre gerek duymuyorlar. Bu, birbirine yakınlaştıklarında da birbirinden uzaklaştıklarında da böyle.
Kerouac ve Ginsberg’ünki öyle bir yakınlık ki herhangi bir kitabı yaratır veya şiirin peşine düşerken

Gülten Dayıoğlu'ndan "Kayıplara Karışmak"


Türkiye'nin onur konuğu olduğu 21. Budapeşte Kitap Fuarı’na, Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak katıldım. Macar okurların ve yayıncıların Türk çocuk edebiyatına gösterdiği ilgiyi başka yazıya bırakıp uçak yolculuğumda bana eşlik eden bir romandan söz edeceğim. Gülten Dayıoğlu’nun son romanı Kayıplara Karışmak ile gökyüzünün sonsuz maviliğinde buluştum. Sayfalara öylesine gömülmüşüm ki not almak için hazırladığım kâğıdı, kalemi hiç kullanmadığımı fark ettiğimde, roman kahramanlarıyla birlikte çoktan kayıplara karışmıştım…
Nice kuşak Gülten Dayıoğlu kitapları okuyarak büyüdü; farklı yaş gruplarının ortak beğenisine sunulan ilginç bir romanla tanışıyoruz şimdi. Kayıplara Karışmak, katmanlı yapısıyla yalnızca gençlere değil, yetişkinlere de söyleyecek pek çok sözü olan bir yapıt. Dayıoğlu’nun kitaplarıyla yetişen tüm kuşaklara, 50. sanat yılı için verdiği bir armağan bu belki de.
Yazar, yapıtın kurgusuna kendisini ve ailesini de katarak romanın hem anlatıcısı hem de önemli

Adalet Ağaoğlu “Dert Dinleme Uzmanı”


'Uğradığım, umut yıkımı'
Adalet Ağaoğlu'nun on sekiz yıl aradan sonra yazdığı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin analizi niteliğindeki "Dar Zamanlar" serisinin dördüncü kitabı “Dert Dinleme Uzmanı” okura sunuldu. İsim, zaman ve mekândan azade romanında Ağaoğlu, her dert dökümünün simgesel anlam ve çağrışımları olduğunun altını çiziyor. Toplumsal ahlakın bozulması, yozlaşması ve sonunda bireyin kendisinin bile farkına varamadığı değişim ve dönüşümünü nüktedan bir dille anlatıyor. Ağaoğlu'yla “Dert Dinleme Uzmanı”nı, 12 Eylül izdüşümlerini ve referandumunda verdiği “yetmez ama evet” oyunun yansımalarını konuştuk.

- İnsanoğlunun sefaleti ve gafletiyle nasıl bir ilişki kuruyor ve halkına doğru hangi yeni hatları çekiyor “Dar Zamanlar” üçlemenize bu ek kerte?
- “Dar Zamanlar” üçlemem Cumhuriyetin ilk kuşaklarından başlayarak içinde burun buruna yaşanan üç askeri darbe döneminin insanlarımızda, dolayısıyla toplumumuzda yarattığı sancıların izdüşümlerine odaklanıyordu. Bu romanların üçünde de çeşitli kurgulamalar ve göndermeler rehberliğinde eşitlikçi ve demokrat olamamış bir devletin gel gitlerle dolu ekonomik, sosyal, hak-hukuk sorunlarına karşı sivil bir anayasanın gerçekleştirilmesi çağrısı söz konusuydu. Bu benim

6 Mayıs 2014 Salı

Dino Buzzati'den "Yaşlı Ormanın Gizemi"

 "Tatar Çölü"nün yazarı Dino Buzzati'nin yeni yayımlanan romanı "Yaşlı Ormanın Gizemi", alegorik düzlemde iyiyle kötünün, roman düzleminde ise doğayla insanın savaşını dillendiriyor. İnsan ve doğanın bir bütün olabileceğinin ancak bunun, tıpkı doğanın yaptığı gibi saf bir duyuşla gerçekleşebileceğinin hikâyesini anlatıyor Buzzati tüm bir roman boyunca.

 İnsana, doğadan bakmak
Daha çok Tatar Çölü'yle tanıdığımız Dino Buzzati'nin geçtiğimiz günlerde bir romanı daha okuyucu karşısına çıktı: Yaşlı Ormanın Gizemi.
Buzzati'nin yazın kronolojisine baktığımızda Dağların Adamı Barnabo'dan (1933) sonra ikinci sırada gelir bu romanı. Ancak esas patlamasını, ilk kez 1935'te yayımlanmış Yaşlı Ormanın Gizemi'nden beş yıl sonra yazılan Tatar Çölü'yle yaşar. Dünyaca tanınması da yine kesinlikle başyapıtı Tatar Çölü sayesinde olsa da Buzzati'nin ardında bıraktığı iki romanı da azımsanamaycak derecede önemli

30 Nisan 2014 Çarşamba

Jimi Hendrix harmanı


Peter Neal ve Alan Douglas’ın Jimi Hendrix’in ses kayıtları ve notlarından derlediği “Sıfırdan Başlamak”, müzisyenin notalar aracılığıyla insanlarla nasıl iletişim kurmaya çalıştığını gösteriyor. Kitap, okuru Hendrix’in büyük bir adam ve güzel şarkılar yazan ünlü bir müzisyen olmak için çıktığı yolculuğa davet ediyor.
 
 Jimi Hendrix harmanı “Müzik ve sanat öğrenimi görürken aynanın karşısına geçer Jimi Hendrix’in sahnedeki halini taklit ederdim. Ondan çok şey öğrendim, sadece şu lanet gitarı onun gibi çalamıyorum, aslında hiç çalamıyorum.” Bu sözler Queen’in efsane solisti Freddie Mercury’e ait. Bir efsane, kendinden sonra gelen bir başka efsaneyi etkilemiş.
Jimi Hendrix’in kim(ler)den etkilendiği önemli tabii (örneğin Eric Clapton, Beatles) ama belki de kendinden sonraki kuşakta bıraktığı etkiye daha bir dikkatle bakmak lazım. Sıfırdan Başlamak, Hendrix’in kendi sözlerinin (dolayısıyla hayatının) bir dökümü. Kitabın hazırlanmasını; Hendrix’in cümlelerinin derlenip toparlanmasını sağlayan isim Peter Neal. Ona, Hendrix’in ölümünden sonra pek çok albümünde imzası olan Alan Douglas da yardım etmiş.
“PLASTİK PARMAKLI MUHAFAZAKÂRLARA” KARŞI
Kitap, Peter Neal’ın da dediği gibi aslında Hendrix’in kendisi tarafından yazılmış; ölümünden sonra ses kayıtlarından ve notlarından derlemelerle oluşturulmuş. Neal’ın bahsettiği, Hendrix’teki yazma takıntısı ve bol bol verdiği söyleşiler, Douglas’ın da Neal’ın da işini kolaylaştırmış. Anlatılan baştan sona bir hikâye ama Hendrix’in kendisinin anlattığı bir hikâye.
Sözcüklerinden anladığımız kadarıyla Hendrix’in çocukluğu kedince eğlenceli ama bir o kadar da güç geçmiş. Hep bir yerlere kaçma dürtüsü onu bazen okuldan bazen de evden uzaklaşmaya itmiş. Kendisinden başka neredeyse kimsenin, özellikle de babasının Hendrix’in başarılı olabileceğine inanmadığını görüyoruz: “Babamın

24 Nisan 2014 Perşembe

Helene Wecker “Golem ve Cin”


Aynı yarayla bağlananların hikâyesi
1899’da Polonya Danzing’de Otto adında genç bir adam, Yehudah Schaalman adında yaşlı ama çok güçlü bir büyücüye gidiyor ve kendisine eş olarak bir Golem yapmasını istiyor. Golem aslında Yahudi mitolojisine göre kilden yapılarak canlandırılmış bir varlık. Ruhları yok fakat canlı gibiler, sahiplerine bağlı olarak çalışıyorlar ve baktığında insandan ayırt edilemiyorlar. Golem sahibine köle olarak yapılır, bir sahibe bağlanır ve onun emrine girer, amacı bir köle olarak koşulsuz hizmet etmektir. Ama bütün köleler gibi yoldan çıkabildiğinde bütün duvarları yıkan bir yok ediciye dönüşebilir. Golemlerin bir özelliği de insanların, tabii öncelikle sahiplerinin duygu ve düşüncelerini okuyabilmektir. Otto mutsuz bir adamdır, o ilk kez gelenekleri tersine çevirip kendine eş olarak bir Golem istemiştir. Zira o güne kadar hiçbir dişi Golem yapılmamıştır. Bazı özellikler de talep etmiştir büyücüden, çalışkan, zeki ve meraklı olsun gibi… Otto, güzel Golemini bavuluna koyar ve yeni bir hayat kurmak üzere New York’a doğru yola çıkar. Ancak hayat ona izin vermeyecektir, ağır bir hastalığa yakalanmıştır ve New York’a inmezden önce hayatını kaybeder. Ancak ölmeden önce Golem’e komut verip canlandırmıştır. Genç bir kadın ya da daha doğru bir deyişle çalışkan, meraklı, güzel ancak kilden yaratılmış, köle olmak üzere dünyaya gelmiş, insanların duygu