Mürşit,
babadan kalma bir otelin işletmecisi. Mazbut bir hayatı var. Kızını
evlendirmiş, askerlik çağına gelmiş oğlu ve karısı ile birlikte yaşıyor.
Doğup büyüdüğü bu taşra şehrinden kaçıp kurtulmak amacıyla yaşamış.
Babasının hastalanması ile tüm kaçma planlarını erteleyip hiç yapmak
istemese de yatalak babasına, annesine, kız
kardeşlerine bakmak zorunda
olduğu için oteli yönetmeye başlamış. Babasının yıllarca süren hastalığı
kaçma planlarını unutmasını gerektirmiş. Belki severim diye düşündüğü
bir kadınla evlenmiş, çoluk çocuğa karışıp iyice kök salmış. İşini,
evini, ailesini, git gide çoraklaşan şehri, insanları sevmez olmuş.
İnsanlarla ve yaşamla ilişkisini en alt düzeye indirmiş. Günlerini otel
ve ev arasında, akşamları içeceği bir kaç duble rakıya ayarlı olarak
geçirmeye başlamış. Evine, ailesine, işine ilgisizliği sonucunda aile
bağları gevşemiş, otel bakımsızlıktan iyice çaptan düşüp düşkünlerin,
yoksulların uğrağı haline gelmiş.
Mürşit
her şeyin farkında, ilişkilerini nasıl yoluna koyabileceğini, ailesinin
gönlünü nasıl tekrar kazanacağını, oteli babasının zamanındaki para
kazanan kaliteli bir yer haline getirebileceğini biliyor ama içinden
hiçbir şey yapmak gelmiyor. Adeta vadesinin dolmasını, ölüm gününü
bekliyor.
Otele
sürekli müşteri olarak yerleşen Madenci’nin durumu da ondan farklı
değil. Yaşı ve mesleki deneyimi itibariyle çok daha iyi mevkide olması
gerekirken bu kasabadan bozma küçük şehirdeki altın madeninde çalışmaya
razı olmuş, Mürşit’in hiçbir konforu olmayan otelinde kalıp günlerini
otel ve maden arasında tüketen bir mühendis. Mürşit ve Madenci her akşam
buluşup bir büyük rakıyı birlikte tüketirken aynı ruh halinde
olduklarını keşfedip yavaş yavaş suskunluklarını bozup az da olsa
konuşmaya başlıyorlar.
ZAMANE HASTALIĞI
“Dünya
Ağrısı” adını “weltschmerz” teriminden alıyor. “Weltschmerz” Almanca
bir terim. Sözlük anlamı “yaşamaktan usanç getirme; pesimizm, bedbinlik,
melâl”, edebiyat terimi olarak da “zamane hastalığı”. “Weltschmerz”
terimini ilk kez 1763 – 1825 tarihleri arasında yaşayan Alman
Romantiklerinden Johann Paul Friedrich Richter 1827’de yayımlanan
“pesimistik” romanı “Selina” da Lord Byron’ın hoşnutsuzluğunu, tedirgin
ruh halini tanımlamak için kullanmış.
“Weltschmerz”
terimini birçok filozofun da kullandığı biliniyor. Çağımızda bir tür
psikolojik rahatsızlığı tanımlamak için kullanılıyormuş. Anomi ve
yabancılaşmaya benzetilebilecek bu rahatsızlık kişinin idealize ettiği
dünya ile fiziki ve sosyal olarak yaşadıklarının uyuşmaması sonucunda
oluşuyormuş. Bu his de “depresyon, istifavekaçma” gibi durumlara neden olabiliyormuş.
Ayfer
Tunç’un bir söyleşisinde belirttiği gibi (Taraf , 21.01.14) “Dünya
Ağrısı” (Ocak 2014, Can yay.) “iki adamın çektiği bu ağrının kaynağını
aramalarını, sonunda kendi toplumsal ve bireysel varoluşlarında
bulmalarını anlatıyor.” Mürşit ve Madenci ağrının kaynağını ararken
geçmişlerini eşeliyorlar. Roman Mürşit’in bakış açısından yazıldığı için
onun içdünyasına, aklından geçirdiklerine, gözlemlerine,
anımsadıklarına da şahit oluyoruz. Gözlemlerden başlamak gerek herhalde.
Mürşit’in oteli için için çöküp bir mezbele halini alırken müşteri
profili de değişmiş, iyice yoksulların mekanı olmuş. Otelin yaşadığı
değişime koşut olarak şehirde de bir değişim söz konusu. Sosyal yaşam
gittikçe kuraklaşıyor. Şehirde ailecek yapılabilecek hiçbir şey yok. En
önemli meydan bile bu sosyal kuraklaşmaya uydurulmuş, asırlık ağaçlar
kesilip kel bir hale getirilmiş. Ailecek gidilebilecek lokantaların
olmaması bir yana Mürşit’in tek başına gidebileceği doğru dürüst bir
meyhane bile kalmamış. Son meyhane de kapanmak üzere.
Mürşit’in
şehirle, insanlarla ilgili anımsamaları ise daha ağır bir görünüm
ortaya çıkartıyor. Şehir tek tipleştirilmiş. Bir Türk adı almış olan son
Ermeni’nin de ölümü Mürşit’e Aleviler’e, Çingeneler’e yapılan
ayrımcılıkları anımsatıyor. Çocukluk çağlarında belleğine ayrımcı
görüşlerin nasıl yerleştirildiğini düşünüyor.
Mürşit’in
Madenci ile uzun suskunluklarla gelişen sohbetlerinde en çok deştiği
babası ile ilişkisi. Babası Mürşit’in tam tersine girişimci bir adammış.
Şehrin iki otelinden biri olan işini kendi elleri ile kurmuş,
geliştirip kalınacak en iyi yer hailne getirmiş. Oğlundan da bayrağı
devralmasını, otelin seviyesini daha da yükseltmesini bekliyor. Ama
Mürşit üniversiteyi kazanıp bir an önce şehri terk etme telaşında.
Babası bu haberi alınca çöküyor, Mürşit de babası hastalanıp kalmak
zorunda kalınca “weltschmerz”e (dünya ağrısına) varacak ruh haline
giriyor. Dünya ile ilişkisini en aza indiriyor.
Madenci’nin
ruh halini ise pek anlayamıyoruz. Çok az şey anlatıyor. Bir şeylerden
kaçtığı belli ama bu ruhsal bir durum mu yoksa zorunluluk mu romanın
sonuna kadar belli olmuyor. Nadiren geçmişinden söz ediyor. Bu anlardan
birinde karısının öldüğünü ve buna kendisinin neden olduğunu düşündüğünü
öğreniyoruz.
“Dünya
Ağrısı”nın ana mekanı olan otel ister istemez Yusuf Atılgan’ın “Anayurt
Oteli”ni hatırlatıyor. Özellikle oteli çekip çeviren Kibar ilk andan
itibaren Zebercet’i çağrıştırıyor. Ama romanın akışı nedeniyle yaşamının
tamamı otelde geçen Kibar’ın yaşamının ayrıntılarına girilmediği için
Zebercet’le nasıl bir benzerliği var bilemiyoruz. Ayfer Tunç, okurda
“Anayurt Oteli” çağrışımı olacağını öngörmüş olmalı ki Mürşit’e “Anayurt
Oteli”nin filmini seyrettirip arada bir bağ olmadığını söyletiyor.
Mürşit
ve Madenci’nin ruh hallerine bakıp okurun aklına gelebilecek iki roman
var; biri Albert Camus’nün “Yabancı”sı, diğeri yine Yusuf Atılgan’ın
“Aylak Adam”ı. Romanın finalinde Mürşit ve Madenci’nin ağrılarının
varoluşsal bir nedene dayanmadığını, somut karşılıkları olduğunu,
yaşadıkları büyük travmalardan, olaylardan kaynaklandığını anlıyoruz.
DİNMEYEN BİR AĞRI
Bu
arada belirtmem gerek Mürşit yaşamdan kendini soyutlayıp içine
kapandığı için “dünya ağrısı”nın başkalarında da olabileceği aklına
gelmiyor. Baba - kız ilişkisi kuramadığı ve zamanla iyice uzaklaştığı
kızı Elvan’ın kendiyle aynı halde olduğunu anlaması içinse bir an boş
bulunup “Baba neyin var?” sorusuna “Hiç kızım... İçim ağrıyor” diye
cevap vermesi gerekiyor. Elvan “Benim de ağrıyor baba”, “herkesin az çok
ağrıyor içi’” demekle kalmıyor. “Yaşamak böyle bir şey değil mi zaten
baba.. Dinmeyen bir ağrı” diye ekliyor (s.242). Elvan’ın iç ağrısının
dibinde bir travma mı yatıyor yoksa varoluşsal bir durum mu Mürşit
deşmiyor, biz okurlar da öğrenemiyoruz. Ama cevabından “Yabancı” ya da
“Aylak Adam”la benzer durumda olanın Elvan olabileceğini düşünmeden
edemiyoruz.
Esas
gönderme Cioran’a. Çizgi romanlar okurken tanıdığımız Mürşit, otelin
başına geçmek zorunda kalmasa felsefe okuyacaktı. Şehrin tek
kitapçısından otelde pineklerken vakit geçiririm diye satın aldığı kitap
romanda adı belritilmese de Cioran’ın "Ezeli Mağlup"u. Kitabı satın
almasına da kitapçıda karıştırırken okuduğu “İnsan bir uçurumdur”
cümlesi neden oluyor (s.154). Otelde okumaya başladığında ise kitapta
“İçindeki yumrunun adına rastlı”yor “Weltschmerz ya da dünya ağrısı.”
(s. 226). Daha sonra da "istediğimiz zaman gösteriden ayrılabilecek
olmamız, coşturucu bir fikirdir" cümlesini okuyor kitaptan (s.227).
Mürşit bir cümle daha okuyor "İntihar insanın elindeki büyük fikirlerden
biridir." (s.228). Hemen aklımıza, acaba intihar edecek mi, sorusu
takılıyor. Mürşit bu cümleyi okurken Madenci’nin karısı Arzu’nun
intiharını da düşünüyor çünkü. “Herkes bir şey yapıyor diye düşündü. /
Kötülük için. İyilik için. Acısını unutmak için. Kaçmak için. / Ben
kıpırdayamıyorum. / İnsan bir uçurumdur.”
Ayfer
Tunç’un “Dünya Ağrısı” kolayca havasına girilemeyen, ama havasına
girildi mi merakla okunan farklı okumalara açık bir edebiyat eseri. İki
arkadaşın tamamen şahsi görünen ağrı’larını anlatıp bireysel
varoluşumuzu sorgulamamıza neden olurken Türkiye’nin gündemindeki temel
meseleleri, yakın geçmişteki toplumsal travma yaratan olayları da
anımsatıyor, bugüne gelmemizde nasıl bir katkımız olduğunu sormamıza
neden oluyor.
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap