Translate

İzleyiciler

18 Ocak 2022 Salı

Hiç Dinmeyen Fırtına: Günlükleri Işığında Sofya Tolstoy & Lev Tolstoy

“L.N., bugün daha iyi bir gün geçirdi, çünkü ağrısı azdı ve bir buçuk saat kadar uyudu; konuşabildi de. Buna rağmen güçten düşüyor ve özellikle kalbi zayıflıyor. Başka bir şey düşünemiyorum; güçlü olmam ve ona bakmam gerek. Patlamak isteyen umutsuzluğumu, yüreğimin derinliklerine gömmeye uğraşıyorum.”

Sofya Tolstoy, 28 Ocak 1902

Günlük, bir edebî malzeme olmasının yanında yazarının gündelik hayatını, sırlarını, en insani yönlerini açığa vurması bakımından da önemli bir yazın türüdür. Hele de bu günlüğü tutan kişi dünya edebiyatının önemli bir ismiyse, yazdıkları daha bir anlamlı hale gelir, okurlar tarafından fazladan bir dikkatle takip edilir. Bununla birlikte okur,

günlüklerde anlatıldığı kadarıyla vâkıf olabilir günlük sahibinin hayatına. Hiçbir yazar yoktur ki sırları, ruhunun karanlık yönleri olmasın. Bu karanlığı her yönüyle bilebilmek neredeyse imkânsız olsa da günlükler (tıpkı hatıratlar veya mektuplar gibi) bir yazarın esasında görünmeyen yüzünü gösterir bize.

Söz konusu yazar Tolstoy olunca, kuşkusuz günlükleri de daha bir önem arz ediyor. Savaş ve BarışAnna KareninaDiriliş gibi büyük romanları dünya edebiyatına kazandıran Tolstoy’u günlüklerinde en yalın haliyle görmek mümkün. Ancak Tolstoy’un malikânesinde günlük tutan tek kişi kendisi değil. Neredeyse hayatının elli yılını birlikte geçirdiği karısı Sofya Tolstoy[1] da henüz 16 yaşında günlük tutmaya başlıyor ve 1919’daki ölümüne dek günlük tutmayı sürdürüyor. Günlük tutmak, neredeyse bir aile geleneği bu anlamda. Ancak Tolstoy’larda bu eylem önemli bir farkla cereyan ediyor. Günlük, normalde kayıt tutan kişinin “kişisel ve özel” anlarının bir toplamı olarak görülen ve çoklukla kapalı sandıklarda muhafaza edilen bir şeyken; Tolstoy’larda, ev içinde kamusal bir anlama bürünüyor. Eşler sık sık birbirlerinin günlüklerini okuyup, yazılanlar üzerine kendilerince fikir yürütebiliyor. Bu da Tolstoy’lardaki günlük tutma ritüelinin son derece karmaşık ve karakteristik yönünü bize gösteriyor.

Sofya Tolstoy, 1862 yılının sonbaharında, yani henüz Lev Tolstoy’la evlendiği yılda, günlük tutmaya başlıyor. Sofya Tolstoy’un günlüğü, Lev Tolstoy’un günlüğüyle kimi zaman paralel konular, benzer bakışlar içerse de temelde ayrı iki noktaya savruluyor. Sofya, muhtemeldir ki Tolstoy’la olan yaş farkının da etkisiyle, özellikle gençliğinin ilk yıllarında son derece kırılgan ve hassas bir haletiruhiye sergiliyor. Bu kırılganlığının en önemli sebebi tabii ki kocası. Tolstoy’un günlüğünde dikkat çekense, Sofya’ya göre hayata bakışının bir hayli farklı olması. Sofya, neredeyse hayatının merkezine Lev Nikolayeviç’i yerleştirmişken, Tolstoy’daki Sofya imgesi yaşamın merkezinde değil, çeperinde yer alıyor. Tolstoy, karısına âşık olduğunu hiçbir zaman gizlemiyor, hakeza Sofya da öyle. Aralarındaki fırtınalı ilişki hayatlarının son demlerine kadar durulmuyor. Bu durumda hiç kuşku yok ki büyük pay sahibi olan Lev Nikolayeviç. Sofya Tolstoy, henüz evliliğinin başlarında, 11 Ekim 1862 tarihinde şöyle yazıyor günlüğüne: “Korkunç, korkunç hüzün. Gittikçe kendi kabuğuma çekiliyorum. Kocam hasta, huysuz ve beni sevmiyor. Ben bunu bekliyordum ama bu denli korkunç olacağını sanmıyordum. Benim çok mutlu bir yaşamım olduğunu sanan var mı acaba?”[2] Oysa aynı yılın ağustos, eylül ve ekim aylarında günlüğüne yazdıkları, Tolstoy’un Sofya’ya nasıl bir tutkuyla bağlandığını çarpıcı bir şekilde gösteriyor:

“… vaktimi Sonya’ya[3] isminin harfleriyle mektup yazmaya harcadım. (28 Ağustos)

Geceyi onların evinde geçirdim; uyuyamadım; başka hiçbir şeyi değil yalnızca onu düşündüm. (30 Ağustos)

“… her zamankinden daha aşık bir halde oradan ayrıldım. (10 Eylül)

Âşık olmanın mümkün olacağına hiç inanmadığım halde âşık oldum. Çılgına döndüm; eğer böyle giderse kendimi vuracağım. (12 Eylül)

Onu gittikçe daha fazla seviyorum; ama bu farklı bir aşk. Güç anlar yaşadık. (2,3,4-14 Ekim)”[4]

Bütün bu yazdıklarına rağmen Tolstoy, Sofya’yla olan ilişkisini sürekli kaygan bir zeminde tutuyor. Büyük yazarın hep “daha önemli” işleri var; dünyayı anlama çabası, hayatı yorumlama ve gerçeğin bilgisine ulaşma arayışları Tolstoy’un zihnini öylesine meşgul ediyor ki evinde bir karısı ve çocukları olduğunu yer yer unutuyor sanki. Oysaki ne karısına karşı ilgisiz bir koca ne de çocuklarına karşı ilgisiz bir baba… En büyük problemi muhteşem kafa karışıklığı… Ancak onun bu kafa karışıklığını yaşamaya imkân bulması acaba tesadüf mü? Tolstoy’un felsefi temelli problemlerini “tadına vara vara” yaşamasının birkaç sebebi var aslında. Zenginliği, bunun en önemli vesilesi. Bununla birlikte Sofya gibi bir karısının olması da Tolstoy’a bu lüksü yaşamak için imkân tanıyor. 1863 yılının 6 Ekim gününde şunları yazıyor günlüğüne Tolstoy:

Her şey bitti; demek her şey yalandı. Onunla mutluyum ancak kendimden hiç memnun değilim, ölüm tepesinden aşağıya doğru kayıyorum ve durdurmak için hiç gücüm kalmadığını hissediyorum. Ölmek istemiyorum, ölümsüzlüğü istiyor ve seviyorum. Seçmek zorunda değilim. Seçim uzun süre önce yapıldı. Edebiyat-sanat, pedagoji ve aile. Çelişki, ürkeklik, tembellik, zayıflık; işte bunlar benim düşmanlarım” (s. 295).

Tolstoy’un hayata dair serzenişlerine, ölümü anlamaya çalışma ve ölümsüzlüğü isteme çabasına nazaran Sofya’nın aynı yılın 7 Ekim gününde yazdıkları son derece “gündelik” kalıyor. Sanki aynı çatı altında, ortak bir hayatı paylaşan bu iki insan, iki farklı kurguda yaşıyor gibi:

Ne usanç… Ama çocuğumun olması da ne mutluluk. Bir sürü kundak ve bezlerle uğraşmak, bana zevk veriyor ve karamsar düşüncelerden kurtarıyor. Kuşkusuz sıkıntımın farkında, zaten gizleyemiyorum. […] Ben ne yapacağımı bile bilemez durumdayım, onu anlamak da istemiyorum. Hastalık ve çocuk, beni ondan uzaklaştırdı, bu yüzden onu artık anlamıyorum” (s. 64).

Sofya’nın, Tolstoy’u “değişken huylu, tuhaf bir adam” (s. 63) olarak tanımlaması boşuna değil. Tolstoy gerçekten de ölene dek bu çalkantılardan bir türlü kurtulamıyor. Öyle ki neden çıktığını bile bilmediği bir yolculuğun ara duraklarından birinde hayata gözlerini kaparken Sofya’yı son bir kere görme imkânı bulamıyor. Ölüm döşeğinde son nefesini verecekken, karısını bir daha görememek üzere yola çıktığını biliyor mudur acaba Tolstoy? Cevabı ne olursa olsun, bunca yıl birlikte olduğu, tutkuyla bağlandığı karısını geride bırakıp meçhul bir yola koyulmak, Tolstoy’un Sofya’ya yaptığı bir haksızlık olarak da görülebilir mi? Düşünmeye değer…

Yer yer psikolojik şiddete varan eylemlerine rağmen Tolstoy’un Sofya’ya olan bağlılığı yine de son bulmuyor. Sofya, Tolstoy’un sadece karısı değil aynı zamanda romanlarını defalarca temize geçen, onu anlamaya çalışan, tabiri caizse onun “büyük Rus yazarı Tolstoy” olmasına yardımcı olan, hayatının en önemli parçası. Henüz evliliğinin birinci yılı dolmadan, 2 Ağustos 1863’te şunları yazıyor günlüğüne Sofya: “… ben burada ne yapıyorum? Buralardan gitsen iyi edersin Sofya Andreyevna… Beni huzursuz ve mutsuz etmek için acımasızca hırpalıyor” (s. 60). Kuşkusuz bu serzenişte yeni evli olmanın ve yeni bir düzen kurmaya çabalamanın sancıları da var. Üstelik yaşça bir hayli genç olduğu da göz önünde bulundurulursa Sofya’nın bu cümleleri sarf etmesini olağan karşılamak gerekli belki de. Kendisi de bu çalkantılı ilişkiyi daha net gösterir biçimde, 31 Temmuz 1868’de günlüğüne o yılın tek parçası olan şu satırları yazıyor:

İnsanın kendi güncesini okuması çok tuhaf. Ne çelişkiler… Mutsuz bir kadın görünümü almışım. Oysa, benden daha mutlu bir kadın var mıdır? Birbirine bizden daha bağlı, daha iyi anlaşmış bir çift bulunabilir mi? Arada bir odamda yalnızken, mutluluktan kahkahalar atıyor, sonra da bu durumun uzun, çok uzun sürmesi için Tanrı’ya yalvarıp istavroz çıkarıyorum” (s. 90).

İkili adeta “ne kavgam bitti ne sevdam” dercesine bir ömür sürüyor. Bu evliliği daha yaşanabilir kılması gereken kişi olan Lev Tolstoy buna ne kadar yanaşıyor, tartışma konusu. Bununla birlikte, yukarıda da belirttiğim gibi Tolstoy, hayatının önemli bir bölümünde ne karısını ne de çocuklarını ihmal ediyor. İtiraflarım’da, “Mutlu bir aile hayatının oluşturduğu yeni şartlar, beni, hayatın anlamını araştırmaktan tamamen alıkoyuyordu. Bu sıralarda bütün hayatımın merkezinde, ailem, eşim, çocuklarım ve onlar için evin imkânlarını genişletmek yer alıyordu. Mükemmelleşme çabası yerini elden geldiği kadar kendimin ve ailemin rahat etmesi çabasına bırakmıştı,”[5] şeklinde bahsettiği evlilik hayatı, aslında onun yazarlık kariyerine bir bariyer koymuyor da değil ancak Tolstoy’un bundan şiddetli bir şekilde şikâyetçi olduğu da söylenemez. Yine de Tolstoy’ların evliliği Lev Nikolayeviç’in “entelektüel” derinliği yüzünden sık sık sarsılıyor.

1860’lardaki bu hararetli ortam, ikilinin evliliklerinin henüz taze olmasına bağlanabilirdi belki ancak zaman bunun doğru olmadığını gösteriyor. Neredeyse yarım asır süren birlikteliklerinde fırtına yer yer sakinleşse de hiçbir zaman tam anlamıyla durulmuyor. Tolstoy’un kaygılarının Sofya’ya nazaran hep daha felsefi, daha entelektüel kaygılar olduğunu söylemiştim. 1890 yılının 16 Aralık gününde Lev Tolstoy günlüğüne şunları yazıyor:

“(…) Dün yattım ama uyuyamadım. Kalbim ağrıdı ve hepsinden öte kendime lanet dolu bir acıma hissettim. Ona karşı ise öfke. Şaşırtıcı bir durum. Bütün bunlarla birlikte asabi bir heyecan ve düşüncelerimde berraklık yaşıyorum. Bu baskılar ve gerginliklerle birlikte mükemmel şeyler yazabiliyorum. Hâlâ sade, nazik, muhabbet dolu bir tavır sergileyemiyorum. Ama yalnızca ona (Sonya’ya) karşı değil; hiçbirine karşı. Bu da suçun bende olduğunun kanıtı.” (s. 449-450)

Aynı gün Sofya Tolstoy’un yazdıkları ise insanın içini acıtacak cinsten. Sofya’nın içinde yaşadığı keşmekeş ve bunu dile getiriş biçimi, Sofya özelinde belki kadının ev içi emeğinden tutalım da bireysel varoluş mücadelesine kadar pek konuda fikir veriyor:

Evet, herhangi bir şey, bir düşünce, bir duygu, bir iş üzerine kendimi verme yeteneğimi kaybettim. Bu sayısız kaygı çatışması, ara sıra beni sersemleştiriyor ve dengemi kaybediyorum. Söylemesi kolay ama, her an ya iyi çalışmayan veya hastalanan çocuklarla, ya kocamın sağlık, özellikle ruhsal durumuyla, ya büyük çocuklarımın işleri, borçları, aileleri ve durumlarıyla ve sonra, Samara’daki çiftliğin satış ve ağaç fidanı bulma işleriyle, yasaklanan Kreutzer Sonatı’nı da içeren XIII. cilt dahil yapıtların yeni baskısıyla, Ovsiannikovo papazıyla yapılacak arazi taksimi için dilekçe vermekle, XIII. cildin provalarının düzeltilmesiyle, Mişa’nın gece gömlekleriyle, Andriuşa’nın çizme ve giysileriyle uğraşıyorum, dile kolay bu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bir de: evin sigortalarının, mülklerin yükümlülüklerinin, hizmetçilerin pasaportlarının süresinin geçmemesini kollamak, hesapları çıkarmak ve metinleri kopya etmek… Tüm bu işler, zorunlu olarak ve doğrudan doğruya benim omuzlarıma yükleniyor” (s. 150-151)

Bu tutarsızlık karşısında Sofya Tolstoy yine de herhangi bir durum neticesinde, “istemeden kocasına bir kötülük yapmış olma” kaygısını taşıyor. Yukarıdaki satırların devamında “Kendine hayranlığı, tüm güncelerinde açıkça görülüyor,” dediği Lev Tolstoy ve ailesi için kendini bu kadar hırpalaması ve buna rağmen dik durmaya, her şeyin üstesinden gelmeye çalışması Sofya Tolstoy’un karakterine dair önemli bir ipucu da veriyor sanırım.

Kendine hayran bu adamın karısı olmak Sofya için fazlasıyla zor olsa gerek. Sofya’nın Tolstoy’daki anlamı neydi? Bunu günlüklerine rağmen tam olarak bilebilmek pek de mümkün değil. Sofya, Lev Nikolayeviç için şahsına münhasır bir yer kaplıyor muydu? Mutlaka böyle bir yeri var ancak Sofya yerine bir başkası olsaydı da Tolstoy’un karısına karşı (özellikle olumsuz denebilecek) davranışları değişir miydi, evliliği farklı bir seyirde mi devam ederdi hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ancak şunu söyleyebiliriz ki Sofya, Tolstoy’un “büyük Rus yazarı” olmasında ciddi pay sahibi. Sadece yazılanları temize geçme ve kopya etme gibi pratik eylemleri sayesinde değil; aynı zamanda Tolstoy’un “zihinsel” hırçınlığını ve yorgunluğunu taşıdığı, paylaştığı ve entelektüel olarak yapıp ettikleri konusunda fikir beyan ettiği için de “Tolstoy inşası”nda özel bir konumda bulunuyor. Buna rağmen Tolstoy karısına gereken değeri vermiş, büyük saygınlık göstermiş midir? Şahsen buna olumlu bir cevap vermekten imtina ediyorum. Tolstoy her bakımdan sadece karısı değil bütün çevresince takdir görmek isteyen ve saygı bekleyen bir adam oldu. Ancak aynı değeri ve saygınlığı en yakınındaki insana ne kadar gösterdi? Büyük bir soru işareti olarak bir kenarda kalmalı ve sürekli kafamızı meşgul etmeli bu soru.

Bunlar, her şeye rağmen bir bütünün parçaları. Her ne kadar huysuz, aksi, çoğu zaman bencil bir adamla birlikte olsa da Sofya Tolstoy hiçbir zaman Lev Nikolayeviç’ten vazgeçmiyor. Ölümüne birkaç ay kala, 7 Temmuz 1910’da günlüğüne yazdıkları, ona karşı beslediği aşkı bütün çıplaklığıyla gösteriyor: “Yüreklerimizi birleştiren bağı hiçbir şey koparamaz. Biz birbirimize uzun bir yaşam ve güçlü bir sevgiyle sımsıkı bağlanmışız” (s. 606).

Bu bağlılık her şeye rağmen Tolstoy’un yaşadığı dünyadan kopmasına engel olmuyor. 25 Ekim 1910’da şöyle yazıyor Tolstoy günlüğüne: “Hala aynı depresif duyguyu hissediyorum. Kuşkular, gizlice izleme ve içimde hissettiğim onun benim kaçıp gitmem için bir bahane vermesine yönelik günahkâr arzu. Ne kadar kötüyüm, önce uzaklara gitmeyi düşünüyorum, sonra da onun durumunu düşünüyor, onun için üzülüyor ve bunu yapamıyorum” (s. 845). Tolstoy’un karısı hakkında söyledikleri, artık 80’ini devirmiş yaşlı bir ihtiyar için fazlasıyla sarsıcı düşünceler. Bu gelgitli fikirler nihayetinde Tolstoy’un her şeyi geride bırakıp evinden kaçıp gitmesine sebep oluyor. Bir tren istasyonunda karısını son bir kez gör(e)meden ölmesi, “kaderin cilvesi”nden öte bir anlam taşıyor olsa gerek.

Bu kısa yazı ve Tolstoy’ların günlüklerinden yapılan bazı alıntılar, bütünlük içerisinde okunmadığı sürece net bir fotoğraf göstermeyebilir ancak bütün bunlar ikilinin çalkantılı hayatına dair küçük de olsa bir fikir veriyordur diye düşünüyorum. Tolstoy’lar, hiç durulmayan bir fırtınada yarım asır boyunca yönlerini bulmaya çalıştılar. Vardıkları nokta, varmak istedikleri yer miydi bilinmez. Yine de bütün bu karmaşık hayat hikayesine rağmen, ikilinin büyük bir aşkla yaşadıklarını söyleyebiliriz sanırım. Her şeye ve en çok da Lev Nikolayeviç Tolstoy’a rağmen…

E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap Hiç Dinmeyen Fırtına: Günlükleri Işığında Sofya Tolstoy & Lev Tolstoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap