Doğu Yücel'in yeni kitabı “Güneş Hırsızları”nda öfke de var umutta. En karanlık öykülerine bile de ince bir mizah sızıyor.
“Gerçekliği eleştirmek için hiçbir tür bilimkurgu ve büyülü gerçekçilik kadar geniş olanaklar vermez” diyor Yücel ve ekliyor, “Okuyucuyu
çekmek istediğim yer de tam olarak burası. Fahrenheit 451, 1984,
Mülksüzler'in yazıldığı, okurların o kitaplarla uyanışa geçtiği ruh
hali... Mizah ve hayal gücü bizim en büyük silahlarımız.”
Yazar Doğu Yücel, “Hayalet Kitap” ve “Varolmayanlar”ın ardından pusulasını yine öyküye
çevirdi. Yücel, “Güneş Hırsızları”nda
hırsları için hayattan ışığı bile çalmaya kalkışanların hikayesini
yazıyor, öykülerinde karanlıkta güneşi arıyor. Yaratıcı hayal gücü,
sözünü esirmeyen sivri dili, ezberbozan tavrı ve yırtıcı mizahi ile
tadını damakta bırakıyor “Güneş Hırsızları”.
-“Hayalet Kitap” ve “Varolmayanlar”dan sonra yeni
çalışmanız “Güneş Hırsızları” öykü kulvarında insanı sarsan, zaman zaman
ezber bozan bir çalışma. Çıkış noktanız, muradınız neydi?
Her öykünün bir derdi, tasası var mutlaka. Ama şimdi fark
ediyorum ki, en büyük, en temel derdim iyi öyküler yazmaktı. Gençken
okuduğum, beni içine alan, her birinde bambaşka karakterlerle tanıştığım
ve zekice olay örgüleriyle beni büyüleyen öykü kitaplarını düşündüm.
Calvino’lar, Borges’ler, Vian’lar, Maupassant’lar, Buzzati’ler… Öykü
geleneği günümüzde farklılaştı. Bu kitabı yazarken özellikle yeni
örnekleri de takip etmeye çalıştım. Ama akılda kalıcılığı olmayan, “çok
kısa” süren veya karakterin iç sesinden ibaret öykülerle karşılaştım. Bu
kitapta öncelikli derdim her biri birbirinden farklı, her birinin ayrı
bir dünyası olan on iki öykü yazmaktı. Bunlardan ikisinin, yine
günümüzde çok yazılmayan novella uzunluğunda olmasını istedim. Yaşayan
öyküler yazmak en büyük derdimdi. Sayfalardan taşıp okurların hayata
bakışını değiştiren, renklendiren öyküler…
-Okurlarından aldığın yorumlara göre daha önce böyle bir etki bıraktığın oldu mu?
Ne mutlu ki, oldu. İlk aklıma gelen örnek ilk kitabımdaki “Bariyer” isimli öykü. Bu öyküden sonra “Artık ne zaman bir otopark bariyeri görsem ürperiyorum, sizin öykünüz aklıma geliyor” diye çok yorum aldım. Çünkü benim sevdiğim iyi öyküler bende böyle bir iz bırakırdı. Mesela Haldun Taner’in “Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu”
öyküsünü okuyan biri sonsuza kadar değişir çünkü ondan sonra göreceği
bir at, asla sadece bir at olmayacaktır. Ya da Stephen King’in “Rita Hayworth’ı Seven Adam”ını
okuyan biri için duvardaki posterler anlam değiştirir. Ben de bu yüzden
“Güneş Hırsızları”nda gündelik objeleri kullanmaya çalıştım. Tarak,
tespih, dişçi kerpetenleri gibi objeler bu kitaptan sonra yeni anlam
kazanabilirler. Benzer bir etki yol süpürme araçları, troleybüsler ve
kediler için de yaşanabilir. Uyarıyorum!
- Öyküler kapınızı çalmıyor, zorluyor bazen de kırıyor.
Eşikte beklediği zamanlar az. Biraz öfkeli gibi geldi. Yazmaya
başlarken neler sizi besledi, sanki memleketin ruh hali de sızmış içeri
gibi.
Öfke beslendiğim duygulardan biri elbette. Bazı öykülerde bu
öne çıkıyor. Ama bence kitabın genelinde kendi öfkesiyle dalga geçen bir
taraf da var. En karanlık öyküde bile mizahtan uzaklaşmadım. Bu açıdan
son bir buçuk senedir yaşadığımız, bir ağlayıp bir gülen halimizin bir
yansıması olduğunu söyleyebilirim. Zaten öykülerin çoğu o çalkantılı
günlerde yazıldı. Benim kuşağımın ve hayata benim gibi bakanların
öfkesi, kırılganlığı, endişesi mutlaka her öyküye orasından burasından
sızmıştır.
-Fantastik bir dünyadan yazıyorsunuz. Metaforlarla
gerçekler arasındaki sınır flulaşıyor. Okuyucuyu çekmek istediğiniz yer
tam olarak neresi?
Bence tam tersi, çok gerçekçi bir dünyadan hayal gücünün bana
verdiği araçlarla yazıyorum. Gerçekliği eleştirmek için hiçbir tür
bilimkurgu ve büyülü gerçekçilik kadar geniş olanaklar vermez. Zaten
tarihe baktığımız zaman baskının arttığı dönemlerde mizah ve bilimkurgu
altın yıllarını yaşamıştır. Okuyucuyu çekmek istediğim yer de tam olarak
burası. “Fahrenheit 451”, “1984”, “Mülksüzler”in
yazıldığı, okurların o kitaplarla uyanışa geçtiği ruh hali... Mizah ve
hayal gücü bizim en büyük silahlarımız. Türkiye’de geçen seneye kadar
düşsel edebiyata dair ciddi bir önyargı vardı. Artık azaldı. Çünkü “V For Vendetta” olmadan Gezi Direnişi'nin olamayacağı fark edildi.
- “Güneş'in doğmadığı gün” diyorsunuz “güneşimizi çaldılar ve hepsinden önce umudumuzu...”
“Güneş Hırsızları”
neredeyse ortaokuldan beri kafamda tasarlayıp durduğum bir öykü. Kendi
hırsları için hayattan ışığı çalmaya kalkışanlar her daim hayatımızda
vardı. Benim aklımdan da hep şu öykü geçiyordu: Bir gün uyanıyorsunuz,
bir bakıyorsunuz güneş doğmamış. Biraz bekliyorsunuz, güneş doğmak
bilmiyor. Dünya geceye mahkûm oluyor ve kimse sebebini anlayamıyor.
Sonra Güneş’in çalındığı ortaya çıkıyor. Ama kim, nasıl, ne zaman orası
meçhul! İşte bu fikirden yola çıktım. Dediğin gibi metaforla gerçek
arasındaki çizgi belirsizleşti. Tabii bu durum edebiyat için tehlikeli.
Alegori bir noktadan sonra kabak tadı verir. Umarım tadını kaçırmadan “Güneş Hırsızları”
ile hem daha önce söylediğim bilimkurgu klasikleri gibi muhalif kimliğe
sahip hem de tek başına bakıldığında da zevkle okunan bir bilimkurgu
öyküsüne imza atabilmişimdir.
- “Güneş Hırsızları” bir seri başlangıcı olabilir mi?
Bugüne kadar yazdığım tüm kitapları görünmez bağlarla birbirine
bağlı bir serinin parçası gibi görüyorum. “Güneş Hırsızları” özelikle
ilk kitabım “Düşler, Kâbuslar ve Gelecek Masalları”yla kardeş gibi
diyebilirim. Kitaptaki bazı hikâyelerin ilk kitabımdaki hikâyelerle
yakın akrabalıkları var. Mesela “Hayatın Gıcık Anlamı” isimli öyküm “Ölümsüzlüğün Gıcık Sırrı”nın bir nevi devamı. Birbiriyle ilgisiz olsa da, ilk kitaptaki “Bin Bir Gündüz Masalı” ile bu kitaptaki “Aynasız Güzelin Masalı” birbirlerinin yansıması gibi…
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap