İçinden Bursa geçen roman...
Kent yazını dendiğinde akla ilk gelenin İstanbul olması hiç şaşırtmaz bizi. Ancak pek çok farklı yanından beslenilerek ele alınmasına karşın, İstanbul'la ilgili meydana gelmiş elimizdeki geniş külliyat bile yetersiz. Çünkü kentler, her kalemde farklı bir yeniden yaratım sürecinden tekrar geçer ve biz, her kalemde, bahsedilen kentin ayrı bir izdüşümünü okuruz. Kent yazını bağlamında üzerine çok yazılan İstanbul için bile böylesi bir "yetersizlikten" bahsederken, geride kalan diğer kentler için durumun çok daha vahim olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
Son zamanlarda kendine geniş bir okuyucu alanı açan Ankaralı yazarlar ya da içinden Ankara geçen yapıtlar için de yukarıda söylenenler değişmiyor. Her defasında bir başka yaratıcı zihnin kuşatmasından geçerek kentin olduğu kadar insanlarının da hikâyesini okuyoruz ve kent, bu farklı bakışlarla hep başka bir cephesini açıyor bize. "Ankaralı edebiyat"ın kendine geniş bir okuyucu alanı bulabilmesinin nedeni, ne yapılırsa her zaman bir boşluğu kalacak ve bizde de halihazırda fazlaca boşluğu bulunan kent yazınında kayda değer bir mesafe almasından kaynaklı biraz da. Bu duruşun çok önemli bir diğer katkısı ise kendiliğinden doğan "kentlilik bilincini" yanında taşıyarak geliştirmesi oldu ki bu da son zamanlarda fazlaca ihtiyaç duyduğumuz bir kavram hâline geldi zaten.
TOHUMCU'NUN BURSA'SI
Aslı Tohumcu da son romanı Ölü Reşat'la kent yazınına önemli katkı sağlıyor. Yukarıda
bahsedilen tüm keskin virajları almasının yanında farklı bir kente yine farklı bir çerçeveden bakıyor yazar. Bir Bursa hikâyesi anlatıyor Tohumcu romanında ve kent, fonda akıp geçen bir siluet olmanın ötesinde tüm organizmalarıyla canlanıp önümüze seriliyor. Tohumcu, birçok dikkate değer karakter yaratmış anlattığı hikâye boyunca ama Bursa, bu karakterler arasından sıyrılıp ön sıradaki yerini almayı biliyor.
Yazar bir röportajında Bursa için şunları söylüyor: "Bursa her zaman büyülü, masalsı bir yer oldu hayatımda. Dünyanın en güzel sokaklarında düşe kalka, dizlerimi yaralaya yaralaya ancak hiç incinmeden büyüdüm. Coğrafyası kadar insanlarıyla da etkileyici ve beni pamuklara saran bir yer oldu, hâlâ da öyledir." Tohumcu da aynı pamuktan kumaşı Bursa'ya sarma derdinde bu romanında ve bir nebze olsun sarıyor da. "Bir nebze," diyorum çünkü Bursa'nın bazı yaralarını açığa çıkarma derdi de taşıyor yazar ve bu dertler, romanda yaratılan gerçek ve hayal arasındaki o ince sis perdesinden mürekkep atmosferi bozmadan, bir şekilde hikâyenin akışına katılıveriyor.
Bursa'nın, Tohumcu ve son romanı için bir kentten daha fazlası olduğunu, akıp giden hikâye boyunca anlatıcının da kentle kurduğu duygusal bağdan anlayabiliyoruz ancak daha fazlasını, yazarın kentini ve tarihinde yaşanan anlamlı ya da unutulmaz çıkışları bir şekilde romanın haritasına dahil etme uğraşında görüyoruz. Ölü Reşat için Bursa'yı, edebiyatla anlamlı kılma çabası da diyebiliriz bu bağlamda. Kentin tarihi ve bugünündeki önemli dönemeç ve simgelerin bir araya getirme gayreti ise bu önemli çabayı daha da anlamlı bir hale getiriyor.
Heykel, Hüdavendigâr, Temenyeri, Mustafakemalpaşa, Yeşil, Çekirge, Setbaşı, Heykel, Erkek Lisesi, Kız Lisesi, Işıklar Askerî Lisesi, Merinos, Ulu Cami, Kapalı Çarşı, Kebapçı İskender, Rerşat Oyal hatta Bursaspor bile tarihî Dundee United zaferiyle katılıyor Tohumcu'nun bu bir araya getirme uğraşına. Ve bu çaba da ortaya anlı şanlı bir kent güzellemesinin çıkmasını sağlıyor.
Ölü Reşat, her şeyin başında bir kent güzellemesi.
Aslı Tohumcu da böyle bir güzellemeye girişeceğini romanın daha en başından belli ediyor zaten; "Beni ve sevdiklerimi esirgeyen ve yaşatan Bursa'ya," diyerek.
İYİ VE KÖTÜNÜN SAVAŞI
Roman, hızını 1940'ların Bursası'nın Kiremitçi Mahallesi'nden alıyor. Kiremitçi Mahallesi dendiğinde yabancı gelebilir belki ama kentin göbeğine kondurulan ve hepsi birer ucube örneği olan TOKİ konutlarının bulunduğu yer dendiğinde herkes hatırlayacaktır. Tohumcu, bunu da bir bilinçle yapmış ve bugün eski hâline rahmet okutan o mahalleyi anmadan geçmemiş.
Kahramanımız ise Kiremitçi Mahallesi'nde dünyaya gelirken yanlışlıkla bir başkasının sırasını çalan Adnan. Roman aslında doğumundan ölümüne Adnan'ın yaşamını anlatıyor. Yukarıda değinilen kente dair her şey de Adnan'la birlikte romanın akışına dahil oluyor. Bu yaşam hikâyesi, bir diğer yandan da hayatta kalma mücadelesi aslında çünkü dünyaya gelirken sırasını çaldığı Reşat, açtığı belalarla Adnan'ın peşini bırakmaz ömrü boyunca. Amacı ise bir şekilde Adnan'ın canını almaktır. Gelin görün ki Tanrı Adnan'ı sevmekte, Azrail ses çıkaramasa da içten içe haz etmemektedir. Roman da bu bu çekişmenin arasında -her ne kadar can verip can almayla ilgili bir durum da olsa ortada- renkli bir atmosferde sürüp gidiyor.
Kahramanlarımıza biraz daha yakından baktığımızda, romanın seyrine dair birkaç önemli ayrıntı da yakalayabiliyoruz. Adnan ne kadar iyi niyetliyse Reşat o kadar habis, Adnan ne kadar güleryüzlüyse Reşat o kadar çirkef, Adnan ne kadar yaşamı severse Reşat o kadar nefret içinde... Adnan, Bursa'nın yeşili gibi hayata yeşillenmiş bir çocukken Reşat, altı evliya mezarı dolu şehrin üstündeki eşkıya adeta ve Adnan'ı öldürmek için sürdürdüğü ölü hayatında, birçok kişiye daha zararı dokunuyor. Adnan'ın türlü renkleriyle var olan ve ona kol kanat germek için çırpınan ailesi de buna dahil... Adnan ve ailesi aracılığıyla ise hem bir aile hikâyesi okuyoruz hem de birçok unutulmuşu tekrardan hatra düşüyoruz.
Simgesel boyutta bakıldığında, klasik bir "iyi" "kötü" mücadelesi aslında Aslı Tohumcu'nun romanı. Bu klasik kalıpları kırıp ortaya farklı bir metin çıkmasının nedeni ise yazarın, roman boyunca tutturduğu ironik bakışı ve dili. Baktığımızda, Tohumcu'nun bunun için ciddi bir mesai harcadığını da hissedebiliyoruz. Özellikle romanın dili, bu konuda bize önemli ipuçları veriyor.
Bir yazarı bir başka yazarla tartmak gibi algılanmasın ama daha çok İhsan Oktay Anar romanlarında gördüğümüz bir roman dili ve üslubu var Tohumcu'nun. Ancak bu benzerlikten öte bir üslup ortaklığı gibi daha çok. Tıpkı Anar romanlarında olduğu gibi romanın dili, yapıtın en özel yanını meydana getiriyor Ölü Reşat'ta da ve dahası, bir başka roman karakteri gibi metnin içine sızıyor. Aslı Tohumcu'nun anlattığı hikâye boyunca renkli karakterlerle birlikte bu roman dilinin de izini sürüyoruz aynı zamanda.
e.erayak@gmail.com
Ölü Reşat/ Aslı Tohumcu/ Doğan Kitap/ 154 s.
Kent yazını dendiğinde akla ilk gelenin İstanbul olması hiç şaşırtmaz bizi. Ancak pek çok farklı yanından beslenilerek ele alınmasına karşın, İstanbul'la ilgili meydana gelmiş elimizdeki geniş külliyat bile yetersiz. Çünkü kentler, her kalemde farklı bir yeniden yaratım sürecinden tekrar geçer ve biz, her kalemde, bahsedilen kentin ayrı bir izdüşümünü okuruz. Kent yazını bağlamında üzerine çok yazılan İstanbul için bile böylesi bir "yetersizlikten" bahsederken, geride kalan diğer kentler için durumun çok daha vahim olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım.
Son zamanlarda kendine geniş bir okuyucu alanı açan Ankaralı yazarlar ya da içinden Ankara geçen yapıtlar için de yukarıda söylenenler değişmiyor. Her defasında bir başka yaratıcı zihnin kuşatmasından geçerek kentin olduğu kadar insanlarının da hikâyesini okuyoruz ve kent, bu farklı bakışlarla hep başka bir cephesini açıyor bize. "Ankaralı edebiyat"ın kendine geniş bir okuyucu alanı bulabilmesinin nedeni, ne yapılırsa her zaman bir boşluğu kalacak ve bizde de halihazırda fazlaca boşluğu bulunan kent yazınında kayda değer bir mesafe almasından kaynaklı biraz da. Bu duruşun çok önemli bir diğer katkısı ise kendiliğinden doğan "kentlilik bilincini" yanında taşıyarak geliştirmesi oldu ki bu da son zamanlarda fazlaca ihtiyaç duyduğumuz bir kavram hâline geldi zaten.
TOHUMCU'NUN BURSA'SI
Aslı Tohumcu da son romanı Ölü Reşat'la kent yazınına önemli katkı sağlıyor. Yukarıda
bahsedilen tüm keskin virajları almasının yanında farklı bir kente yine farklı bir çerçeveden bakıyor yazar. Bir Bursa hikâyesi anlatıyor Tohumcu romanında ve kent, fonda akıp geçen bir siluet olmanın ötesinde tüm organizmalarıyla canlanıp önümüze seriliyor. Tohumcu, birçok dikkate değer karakter yaratmış anlattığı hikâye boyunca ama Bursa, bu karakterler arasından sıyrılıp ön sıradaki yerini almayı biliyor.
Yazar bir röportajında Bursa için şunları söylüyor: "Bursa her zaman büyülü, masalsı bir yer oldu hayatımda. Dünyanın en güzel sokaklarında düşe kalka, dizlerimi yaralaya yaralaya ancak hiç incinmeden büyüdüm. Coğrafyası kadar insanlarıyla da etkileyici ve beni pamuklara saran bir yer oldu, hâlâ da öyledir." Tohumcu da aynı pamuktan kumaşı Bursa'ya sarma derdinde bu romanında ve bir nebze olsun sarıyor da. "Bir nebze," diyorum çünkü Bursa'nın bazı yaralarını açığa çıkarma derdi de taşıyor yazar ve bu dertler, romanda yaratılan gerçek ve hayal arasındaki o ince sis perdesinden mürekkep atmosferi bozmadan, bir şekilde hikâyenin akışına katılıveriyor.
Bursa'nın, Tohumcu ve son romanı için bir kentten daha fazlası olduğunu, akıp giden hikâye boyunca anlatıcının da kentle kurduğu duygusal bağdan anlayabiliyoruz ancak daha fazlasını, yazarın kentini ve tarihinde yaşanan anlamlı ya da unutulmaz çıkışları bir şekilde romanın haritasına dahil etme uğraşında görüyoruz. Ölü Reşat için Bursa'yı, edebiyatla anlamlı kılma çabası da diyebiliriz bu bağlamda. Kentin tarihi ve bugünündeki önemli dönemeç ve simgelerin bir araya getirme gayreti ise bu önemli çabayı daha da anlamlı bir hale getiriyor.
Heykel, Hüdavendigâr, Temenyeri, Mustafakemalpaşa, Yeşil, Çekirge, Setbaşı, Heykel, Erkek Lisesi, Kız Lisesi, Işıklar Askerî Lisesi, Merinos, Ulu Cami, Kapalı Çarşı, Kebapçı İskender, Rerşat Oyal hatta Bursaspor bile tarihî Dundee United zaferiyle katılıyor Tohumcu'nun bu bir araya getirme uğraşına. Ve bu çaba da ortaya anlı şanlı bir kent güzellemesinin çıkmasını sağlıyor.
Ölü Reşat, her şeyin başında bir kent güzellemesi.
Aslı Tohumcu da böyle bir güzellemeye girişeceğini romanın daha en başından belli ediyor zaten; "Beni ve sevdiklerimi esirgeyen ve yaşatan Bursa'ya," diyerek.
İYİ VE KÖTÜNÜN SAVAŞI
Roman, hızını 1940'ların Bursası'nın Kiremitçi Mahallesi'nden alıyor. Kiremitçi Mahallesi dendiğinde yabancı gelebilir belki ama kentin göbeğine kondurulan ve hepsi birer ucube örneği olan TOKİ konutlarının bulunduğu yer dendiğinde herkes hatırlayacaktır. Tohumcu, bunu da bir bilinçle yapmış ve bugün eski hâline rahmet okutan o mahalleyi anmadan geçmemiş.
Kahramanımız ise Kiremitçi Mahallesi'nde dünyaya gelirken yanlışlıkla bir başkasının sırasını çalan Adnan. Roman aslında doğumundan ölümüne Adnan'ın yaşamını anlatıyor. Yukarıda değinilen kente dair her şey de Adnan'la birlikte romanın akışına dahil oluyor. Bu yaşam hikâyesi, bir diğer yandan da hayatta kalma mücadelesi aslında çünkü dünyaya gelirken sırasını çaldığı Reşat, açtığı belalarla Adnan'ın peşini bırakmaz ömrü boyunca. Amacı ise bir şekilde Adnan'ın canını almaktır. Gelin görün ki Tanrı Adnan'ı sevmekte, Azrail ses çıkaramasa da içten içe haz etmemektedir. Roman da bu bu çekişmenin arasında -her ne kadar can verip can almayla ilgili bir durum da olsa ortada- renkli bir atmosferde sürüp gidiyor.
Kahramanlarımıza biraz daha yakından baktığımızda, romanın seyrine dair birkaç önemli ayrıntı da yakalayabiliyoruz. Adnan ne kadar iyi niyetliyse Reşat o kadar habis, Adnan ne kadar güleryüzlüyse Reşat o kadar çirkef, Adnan ne kadar yaşamı severse Reşat o kadar nefret içinde... Adnan, Bursa'nın yeşili gibi hayata yeşillenmiş bir çocukken Reşat, altı evliya mezarı dolu şehrin üstündeki eşkıya adeta ve Adnan'ı öldürmek için sürdürdüğü ölü hayatında, birçok kişiye daha zararı dokunuyor. Adnan'ın türlü renkleriyle var olan ve ona kol kanat germek için çırpınan ailesi de buna dahil... Adnan ve ailesi aracılığıyla ise hem bir aile hikâyesi okuyoruz hem de birçok unutulmuşu tekrardan hatra düşüyoruz.
Simgesel boyutta bakıldığında, klasik bir "iyi" "kötü" mücadelesi aslında Aslı Tohumcu'nun romanı. Bu klasik kalıpları kırıp ortaya farklı bir metin çıkmasının nedeni ise yazarın, roman boyunca tutturduğu ironik bakışı ve dili. Baktığımızda, Tohumcu'nun bunun için ciddi bir mesai harcadığını da hissedebiliyoruz. Özellikle romanın dili, bu konuda bize önemli ipuçları veriyor.
Bir yazarı bir başka yazarla tartmak gibi algılanmasın ama daha çok İhsan Oktay Anar romanlarında gördüğümüz bir roman dili ve üslubu var Tohumcu'nun. Ancak bu benzerlikten öte bir üslup ortaklığı gibi daha çok. Tıpkı Anar romanlarında olduğu gibi romanın dili, yapıtın en özel yanını meydana getiriyor Ölü Reşat'ta da ve dahası, bir başka roman karakteri gibi metnin içine sızıyor. Aslı Tohumcu'nun anlattığı hikâye boyunca renkli karakterlerle birlikte bu roman dilinin de izini sürüyoruz aynı zamanda.
e.erayak@gmail.com
Ölü Reşat/ Aslı Tohumcu/ Doğan Kitap/ 154 s.
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap