Ertuğrul Mavioğlu: 'Yeni medya; itiraz edeni bünyesinden kusar oldu. İyi ve yetenekli medya işçilerini ayıkladılar, muhalif olanlar ya tutuklandı ya da itibarsızlaştırıldı'
https://twitter.com/#!/emavioglu
habercilik, tarafsızlık, ifade özgürlüğü, yazma ve yayınlama özgürlüğü, medya, sermaye ve iktidar ilişkileri gibi birçok alandan bakıyor. Doğruyu söylemek gerekirse, durum hiç iç açıcı değil ama her zaman bir umut da var!
Neden medya yazdınız? Artık içinde olmadığınız için mi?
Fasılalar olsa da 1985’ten bu yana gazetecilik yapıyorum. 27 yıllık süre içinde sadece haber yapmakla yetinmedim. Haberin önündeki engellerin kaldırılması için, bu mesleğin etik kurallara uygun yürütülmesi için, özgür basın hayalinin gerçek kılınabilmesi için de epeyce uğraş verdim. Çünkü beni yaptığım haberler kadar, bu haberlerin nasıl bir toplam içinde sunulduğu da ilgilendirdi her zaman. Yani yaptığınız haber kötü bir toplamın kenar süsü mü olacak yoksa giderek iyiye doğru evrilen bir zeminde mi yükseleceksiniz. O yüzden mesleğe başladığım dönemden beri habercilik kadar, medya teorisini de kendime dert edindim. Benzer zeminde hareket eden diğer meslektaşlarımın da uğraşları sonucunda, medyada umudun yeşerdiği de oldu, büyük hayal kırıklıkları yaşandığı da… Böylesine inişli çıkışlı bir süreçti bu. Fakat son yedi-sekiz yıldır medyada her şey hızla kötüye gitmeye başladı. Dahası bu olumsuzluklar ‘yeni medya’ adı altında o derece organize bir biçimde önümüze dikildi ki, diliyle, üslubuyla, tarzıyla farklı bir durum ortaya çıktı.
Geçmişin tüm olumsuzluklarını da içinde barındıran bu yeni medya, giderek merak edeni, sorgulayanı, soruşturanı, itiraz edeni bünyesinden kusar oldu. İyi kalemleri beşer onar buharlaştırdılar örneğin. İyi ve yetenekli medya işçilerini özellikle hedef gözeterek ayıkladılar, muhalif tutumlarında ısrarcı olan gazeteciler tutuklandı ya da itibarsızlaştırıldı. Halen 90’ın üzerinde gazeteci içeride ve bu gazetecilerin ezici bir çoğunluğunun Kürt medyasından olması hiç de tesadüf değil. Kitapta bu tutuklama ve itibarsızlaştırma faaliyetlerinin ibret-i alem olsun mantığıyla yapıldığını anlattım. Herkesi içeri alamayacaklarına göre, amaç geride kalanları sindirmekti. Tüm bu yaşananların tam da medyanın içini dışını iyi bilen birileri tarafından; hem de 28 Şubat döneminin medyası gibi 15 yıl sonra değil de tam yaşandığı dönemde sorgulanması ahlaki bir sorumluluktu. Gemileri yaktım ve bu kitabı yazdım. Artık içinde olamadığım, adına ‘yeni medya’ denilen bir şey var ortada ama gazetecilik baki.
Medyanın kaç yıllık sürecini ele alıyorsunuz ve neden bu süreci seçtiniz?
Özellikle AKP iktidarı döneminde ortaya atılan ‘yeni medya’ kavramıyla birlikte hepimizin başına gelenlere özel bir ağırlık verdim. Bu da AKP ’nin iktidarını sağlamlaştırdığı 2007 sonrasına denk düşüyor. Elbette ki eski medyaya iyiydi de şimdi her şey çok kötüleşti gibi bir bakış yok kitabımda. Fakat yeni medyanın, Türkiye ’de son yıllarda yaşanan “yeni rejim” tartışmalarının tam ortasında bir yerlerde olduğu gerçeğine dikkat çekmek gerekti. Yargıda, eğitimde, poliste, askerde, hatta futbolda bile önemli değişimlerden söz ediyorsak, medyada olup bitenleri de bu zeminde ele almak kaçınılmazdı.
Büyük fotoğraftan baktığınız zaman “bugünkü Türkiye medya”nın durumu nedir? Şu anda Türkiye medyasında asıl patron kim?
Tek cümleyle yanıt vermek gerekirse, bazı istisnalar dışında iktidar, medyayı hatta reklam vereni bile teslim almış, hatta kartel olmuş durumda. Bunun arızalı bir durum olduğu ortada ama bunu hazırlayan zemin hiç tartışmasız medyanın sahiplik yapısıyla yakından alakalı. Medya sektörü asıl olarak büyük sermayeye ait bir alan. Haber çok pahalı, sektördeki rekabet koşulları çok sert. Devasa şirketler birbiriyle yarışırken bu alanı küçükler açısından ulaşılmaz hale getirdiler. Çok da kârlı olmayan bu alanda büyük sermaye neden var?
Neden?
Medya sahiplerinin sadece habercilik aşkıyla yanıp tutuştuklarını düşünmek büyük bir yanılgı olur. Aslında herkes, medyanın büyük sermayenin elinde, diğer tüm yatırımlarını güçlü kılmak için kullandığı bir silah olduğunu biliyor. Bugünü dünden farklı kılan ise büyük sermayenin elindeki medya gücünü önemli ölçüde iktidara devretmek zorunda kalmış olmasıdır. Bu kimi kez vergi cezalarıyla, kimi kez doğrudan el koyma yoluyla, kimi kez hükümetin medya patronunun farklı alanlardaki yatırımlarına çomak sokmasıyla, kimi kez de tehditlerle gerçekleşti. Mesela kitapta Sabah ve Atv’nin ihale sürecini anlattım. Kamu bankalarının finans desteği ile Sabah ve Atv’nin Çalık grubuna nasıl altın tepsi içinde sunulduğunu. Doğuş grubunun dize getirilme sürecine ilişkin anekdotlar, Doğan grubuna kesilen vergi cezası ile bu büyük grubun etkisizleştirilmesi, Samanyolu TV ve Zaman gazetesinin yaygın medyanın yeni kadro kaynağı olması gibi önemli köşe taşları kitapta var. Bir de AKP iktidarı sonrasında kurulan gazete ve televizyonlar var tabii. Taraf, Beyaz TV vb. gibi yeni medya organlarıyla zamandaş medya düzenindeki yeni kurallar da incelenmeye değerdi. Bana göre, tüm bu olup bitenler çok somut bir medya planının ürünü. Wikileaks belgeleri arasında ABD Büyükelçisi Robert Pearson’ın, 6 Haziran 2003’te ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir kripto var. Bu kriptoda “güçlü bir medya grubuna duyulan ihtiyaçtan”, konunun “Başbakan ile paylaşıldığından” ve “olumlu değerlendirmeler yapıldığından” söz ediliyor. Yani medyada yaşananlar nedensiz ya da Roboski bombaları kadar ‘milli’ değil.
Peki eskiden Türkiye’de medya bağımsızlık anlamında daha iyi mi durumdaydı?
Bu sektör, iktidarla büyük sermayenin önemli bir ilişki alanıdır. Geçmişte medyayı yönetmek iyi ya da kötü manada medya patronlarının işiydi. Koalisyon dönemlerindeki dengeler, iktidarların medya üzerinde sınırsız hakimiyet kurmasına imkân tanımıyordu. Bu görece bir bağımsızlık alanı yaratmıştı. Şimdi ise iktidar televizyonlarda kimlerin program yapacağını, gazetelerde kimlerin köşe yazacağını, hatta haber merkezlerinin nasıl dizayn edileceğine kadar müdahale eder oldu. Bu, medyanın yönetiminin tümden iktidarın eline kalması demektir ki, iktidarın toplum adına denetlenmesinin tümüyle yok olması anlamına gelir.
Gazeteciler için önce “bekçi köpeği”, sonra da medya için köpek metaforunu ve silah metaforlarını kullanıyorsunuz. Biraz ağır değil mi?
“Gerçeğin bekçi köpeği” sözü, yaşananların örtbas edilmesi durumunda toplumu alarme ettikleri varsayımından hareketle kullanılan olumlu bir metafor ve müellifi ben değilim. Artık Türkiye ’de gazeteciler topluma alarm verme görevini yerine getirmek şöyle dursun, tam aksine iktidarın politikalarının rıza üretimiyle meşguller. Resmi kaynaklardan sızdırılan bilgi ve belgeleri hiç sorgulamadan, arkasında ne olduğunu, ne amaçla sızdırıldığını merak etmeden, tam da servis edildiği biçimde okurun, izleyicinin önüne getirdiğinde bunun adı gazetecilik değil rıza üretimi oluyor. Başka bir ifadeyle, iktidarın gör dediğini gören, görme dediğine sırtını dönen, onun toplumda yaratmak istediği algının propagandasını yapan, giderek toplumu şekillendiren bir araca dönüşüyor. Kitapta Emniyet Haber Ajansı adını verdiğim bir ekip, sadece bu işle meşgul. Kitapta farklı örnekler de var. Elbette ki bu yapılanların somut sonuçları da var. İnsanlar itibarsızlaştırılıyorlar, daha yargılanmadan açıkça infaz ediliyorlar, özel hayatlarının üzerinde tepiniliyor ve tüm bunlar yaşanmamış gibi bir de demokrasi, özgürlük, adalet gibi kavramlar herkesin dilinde sakız olmuş. Medya linçiyle baş edemeyen insanların intiharlarını anımsayın, cezaevlerinden çıkan tabutları. Evet, tam da bu nedenlerle medya, iktidarın kabzasını eline aldığı bir silah ve gerçekten öldürüyor. Evet, medya iktidarın tasmasından tuttuğu bir köpek ve dişlerini geçirmeye görsün, topluma ait bütün iyi ve olumlu değerleri paramparça ediyor.
Anlattığınız dönemde sansür ve otosansür ilişkisi nasıl ilerliyor? Gazetecinin kırmızıçizgileri ne?
Sansür bu ülkede mürekkep kağıda damladığı günden beri var. Otosansür ise çok daha sofistike bir çabayı gerektiriyor. Gazeteciler akıllı insanlar oldukları için hangi dönem neyi yazmamaları, neyi görmezden gelmeleri gerektiğini anlıyorlar ya da defalarca kafalarını duvara çarpıp öğreniyorlar. Sonrasında kimsenin onlara talimat vermesine de gerek kalmıyor. Gazetecinin öğrendiği bu sınırlar, medyanın kırmızıçizgileri. Mehmet Altan da söylemişti: ‘Yeni Türkiye ’ söylemiyle çelişen her şey, gazetecilerin kırmızıçizgisi bugün. Uludere, Hopa olayları, basın özgürlüğü, KCK tutuklamaları bu kapsamda. Zaten KCK kapsamında açılan en son davada savcıların tutuklu gazetecilere yönelik “devleti sıkıntıya sokacak haber”, “örgütsel gazetecilik” gibi yeni suç türevleri üretmeleri önemli bir örnek.
“Gazetecilerin bu süreçte küçük bir direniş dahi gösterememiş olmalarının üzerinde durmak gerek” diyorsunuz. Bu şartlar altından nasıl direneceklerdi?
Gazetecilik, güç odaklarınca gizlenen gerçeklerin üzerindeki örtüyü kaldırma işidir. Tam tersine güç odaklarının karşısında boyun eğiyorsa, gerçeğin üzerine bir örtü daha seriyorsa, mesleğini yapmıyor demektir. Tekil direnişlerden değil, mesleğin savunulmasından söz edeceksek, gazeteciler örgütlenerek bu ağır baskıyla en azından mücadele etmeyi deneyebilirlerdi. Çünkü bir süre sonra medyada bu dönem yaşanan pespayelikler de çok konuşulacak.
‘Ya bir yol bulunacak ya da açılacak’
Asıl olarak büyük sermayenin alanı olan medyada ‘ben artık yalanlardan bıktım, gerçeği öğrenmek istiyorum’ diyen güçlü bir okur kitlesi ortaya çıktığında, aynı Almanya’daki Tageszeitung örneğinde olduğu gibi kuruluş sermayesini tabana yaymış güçlü, alternatif bir kooperatif medyası üretmek mümkün. Bu şimdilik bir ütopya ama gaz fazla sıkıştı. Yani, kaçarı yok: Ya bir yol bulunacak ya da bir yol açılacak.
Cenderedekİ Medya Tenceredekİ Gazetecİ
Ertuğrul Mavioğlu
İthaki Yayınları
2012, 249 sayfa, 17 TL.
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap