Translate

İzleyiciler

20 Nisan 2015 Pazartesi

Yalnızlaştırlmış bir dilin sesi: “Obabakoak”


Bernardo Atxaga, Baskça kaleme alıp İspanyolcaya da çevirdiği kitabı “Obabakoak”ta, gözlerden ırak bir Bask köyü olan Obaba’dan sesleniyor bize. Cem Tunçer'in değerlendirmesi..       
Haber görseliBernardo Atxaga'dan “Obabakoak”
Yalnızlaştırlmış bir dilin sesi
Baskça, herhangi bir dil ile akrabalığı ya da yakınlığı kanıtlanmamış izole bir dil. Günümüzde 600-700 bin kişiyi geçmeyen bir topluluk tarafından konuşulmakta. Hakim olduğu coğrafyalar gittikçe küçülen, kimi yerlerde ortadan kaybolan bu dil, günümüzden farklı olarak, tarihte yaşamın her alanında, baskın, kapsayıcı bir dil idi. Bu gerilemeye, ortadan kaybolmaya çeşitli unsurlar sebep gösterilse de Ibon Sarasola tarafından yazılan kitabın önsözündeki “Bask Edebiyatına Giriş” bölümünde, dili tecrit etme gayretlerinin ve medeniyetin uzağında kalmasının başlıca belirleyici unsurlar olduğunu belirtiyor.
Hal böyle olunca, yazılı değil sözlü edebiyat, çok zengin ve çeşitli örnekleri olmasa da, daha çok gelişiyor ve her zaman daha büyük ilgi görür Bask coğrafyasında. Yazar Atxaga “Yirmi üç yaşıma geldiğimde diktatörün yakmayı başaramadığı Baskça yazılmış tüm kitapları bitirmiştim” sözüyle, bizlere bu durumu açıklar. Obabakoak, Baskça edebiyatın uluslar arası camia tarafından kabul görüldüğü önemli kitaplardan; fakat bu aşamaya gelene dek sürdürülen dili ayakta tutmaya, yazınsal bir dil oluşturmaya yönelik çabaların hiç de kolay olmadığını, kitabın giriş bölümünde bizlere Sarasola aktarıyor.
Edebi bir dil oluşturmada, yazınsal dilin kendi içinde lehçelere ayrılmış olması, Bask edebiyatının çağdaş Avrupa edebiyatına ve ideolojik akımlara açılamaması gibi sorunlar, kültürel hareketlerle ve önde gelen entelektüellerin kuramsal gayretiyle yavaş yavaş aşılır. 70’lere gelindiğinde genel panorama pek olumlu olmasa da, yazı yazmaya adanmışlık ve sağlam iş disiplini gibi yazınsal

19 Mart 2015 Perşembe

Liz Behmoaras'tan 'Sen Bir Başka Gittin'


Haber görseliLiz Behmoaras'tan “Sen Bir Başka Gittin”
'Pek çok insan kaçmayı hayal eder!'
Liz Behmoaras imzalı “Sen Bir Başka Gittin” yeni bir hayat arayışına ve geçmişle barışmaya dair bir roman. Mardin-İstanbul- Paris üçgeninde geçen bir kökenlere yolculuk. Mardin'in bir köyünde doğan, üniversite eğitiminin ardından gittiği Paris'te çalıştığı büyük bir gazetede Ortadoğu ve Türkiye üzerine yazılarıyla kısa sürede tanınan Efrem'in sancılı özüne dönüş öyküsüne odaklanıyor. Behmoaras'la “Sen Bir Başka Gittin”i konuştuk.
- Turabdin'e ne zaman gittiniz? Romandaki yaşlı adamla da orada tanışmışsınız değil mi? 
- Birkaç yıl önce, sıcak bir Eylül günü, arkadaşlarla birlikte Turabdin’deydik; yörenin vahşi güzelliğinden ve kendine has mistik atmosferinden büyülenmiş halde, ciple Dargeçit köyünün önünden geçiyor, Mardin’e doğru yol alıyorduk. Karşımıza, kızgın güneşin altında otostop yapan takım elbiseli, yaşlı bir adam çıkmış, bozuk bir Türkçeyle, onu Mardin’e götürmemizi istemişti; yanına para almayı unutmuştu, uzun uzun düşündükten sonra bir düğüne gitmeye karar vermişti, birilerini evlendirmeye… Adeta vaaz verir gibi konuşuyordu. Ancak şoförümüzün takılmalarına galiba sinirlenip yarı yolda inmiş, yürümeyi tercih etmişti.
Cipimiz uzaklaşırken, dönüp bakmıştım; aynı kızgın güneşin altında giderek küçülen siluetinin

13 Mart 2015 Cuma

Aslı Davaz'dan “Eşitsiz Kız Kardeşlik”

 
Haber görseli“Eşitsiz Kız Kardeşlik”
Erkek dünyanın cesur kadınları
Eşitsiz Kız Kardeşlik'te, kadın hareketi uluslararası ve ulusal alanlarda siyasal ve ekonomik boyutlarıyla inceleniyor. Yapıtta kadın hareketleri, anavatanı olması dolayısıyla Batı merkezli ele alınmakla birlikte Türkiye ve Ortadoğu'daki hareketler ve etkileşimler de özel başlıklar altında dağarda.
Yirmi beş yıldır kadın konulu belgelerin sağlanması, korunması ve okuyucuya ulaştırılması konusunda önemli çalışmalar yürüten Aslı Davaz'ın hazırladığı incelemede, uluslararası kadın hareketinin geçmişi, örgütlenme adına yürütülen zorlu mücadele öncelikle on sekizinci yüzyılın sonlarında başlayıp yirminci yüzyılın ilk yarısına kadar süren seçme-seçilme hakkı temelinde sunuluyor.
İncelemesini beş bölümde ele alıyor Davaz: “Uluslararası Feminist Hareket ve Türk Kadın Birliği (TKB)”, “Cumhuriyet'in İlk Feministleri ve Uluslararası Feminist Hareketin Öncüleri”, “Dünya Kadınlarının Müslüman Bir Ülkede Yaptığı İlk Kongre ve Fesih Sonrası TKB'nin Uluslararası İlişkileri”, “İkinci Dünya Savaşı Sonrası Uluslararası Birlik ve İkinci Dönem TKB” ve savaş sonrası ortaya çıkan yeni dünya düzenine göre Uluslararası Kadın Hareketi ile TKB hattını ele alan “Bir Dönemin Sonu.”
HAPSİ VE ŞİDDETİ GÖZE ALDILAR
Çalışmada yaklaşık 150 yıllık bir sürece tarihlenen kadın hareketinin uluslararası gelişimi, ulusal alana özgün kültürel ve konjonktürel sirayetiyle de ortaya konuluyor. Dalga dalga yayılan kitlesel süfrajist hareket, direnişçi, öncü kadınlar; düzenlenen eylem, kongre ve konferanslar; kurulan örgüt

Mehmet Güreli'den denemeler: "Bedrufi'nin Nefesi"


Bedrufi'nin Nefesi: Ne başlayan ne de biten bir kitap...

Yaşama karşı sanatla, felsefeyle, edebiyatla sorular sorup arayışa devam edebilme gücünün renkli ve düşündürücü hallerini sorguluyor Mehmet Güreli, "Bedrufi'nin Nefesi" adı altında topladığı denemelerinde.
Haber görseli
Ne başlayan ne de biten kitap
Elinden çok iş gelen insanlardan çekinmek mi gerek bilmiyorum ama onların verimlerine yaklaşmak bir tereddüt konusu hep. Tereddüt konusu çünkü zengin dağarlarında nelerin yattığını keşfedebilmek bile, karşı taraf için ciddi uğraş. İşte tam da bu nedenle yaklaşılması, ulaşılması zor gibi görülen insanlar olurlar onlar. Çok da fazla yok aslında bu insanlardan. Hele Türkiye için bir elin parmaklarıyla sınırlı. Ancak varolanların nitelikleri de tartışılmaz.
Mehmet Güreli de şüphesiz bu isimlerden. Müzisyen, ressam, yazar, bir sinema insanı... Birçok işi hakkıyla bir arada yürütüyor hasılı. Taraf gazetesinde kaleme aldığı perşembe yazılarıyla ise hemen yukarıda bahsettiğim mesafeleri kaldırmıştı. Bu yazılarda okurlar Güreli'ye doğru bir adım daha atmış, onun dünyasının zenginliklerine bir de denemelerinden bakmaya başlamıştı. Güreli şimdi de bu denemelerinden oluşan nitelikli bir seçkiyi Bedrufi'nin Nefesi adıyla kitaplaştırdı. Kitapta, yazarın benliğini oluşturan renklerden, içinden geçtiği dünyalardan, uğraşlarından mürekkep yoğun bir demet bekliyor okurları.
Güreli'nin yaşamını kaplayan sanatlara bir bakalım: İnsanı değiştirmek; yontmak, duygudaşlık kurabilmek, karşıyı, ötekiyi, özgürlüğü hissedebilmekle ilgili hepsi.
Örnekse yazmak ya da paralelinde kitaplar. Değiştirirler insanı. Bazen koca koca kitaplardan çekip çıkaracağımız küçücük bir cümle bile hayatımızın seyrinin değişmesine sebebiyet verebilir. O küçücük cümleyi hayatımızın tam ortasına koyup, ona göre düzenleriz etrafımızda dönen yaşamı. Aynı şekilde, bazen bir resme vurulup günlerce aklımızdan çıkaramayız. Hatta o kadar gireriz ki resmin içine, resmin mi yoksa bizim mi seyre daldığımızı unuturuz. Acaba gerçek yaşam neresi dediğimiz anda ise "öteki", tüm haşmetiyle serilir önümüze. Müzik ne peki özgürlük değilse? Notalar arasında dolaşırken, bir küçük es'te bile benliğimizin yıllardır aradığımız eksik parçasını bulmak mümkün değil mi? Elbette mümkün. Ama yine de aramaya devam ederiz çünkü "yolda olma hâli" kendimizin, en sevdiğimiz yanı olmuştur bile.
GÜRELİ'NİN KESTİĞİ CAMDAN DÜNYAYI SEYRE DALMAK

Ece Temelkuran yeni romanı: 'Devir'


Ece Temelkuran, 1980 yılının 12 Eylülü'ne değin askeri cuntanın dizgeli darbe hazırlığını ve devrimci öğrenci devinimini, Ankara’nın Kurtuluş Mahallesi’nde yaşayan romanın kahramanları Ayşe, Aydın ve Sevgi; Nejla Hanım ve Jale Hanım Teyze’nin tanıtımı eşliğinde ve beş-altı yaşlarındaki Ayşe’nin dünyasından anlatılaştırıyor romanında. Onur Bilge Kula'nın değerlendirmesi...

Haber görseliEce Temelkuran'dan “Devir”
Devrimciler neyi devirecekti?
Ece Temelkuran, Devir'de Devrimci Yolcu bazı devrimcilerinin öykülerini yetkin bir estetik beğeniyle biçemselleştirmiştir. İçeriğine uygun olağanüstü yazınsal bir anlatı olan Devir, bir anımsama, anımsatma, direnme ve umutsuzluktan umut, yenilgiden yengi türetme romanıdır. Ankara Kuğulu Parktaki havuzda yüzen dilsiz kuğular, 1980'de bu çılgın ve hüzünlü kentte yaşanılan utkulu direnişin ve hüzünlü yenilişin tanıklarıdır.
“TEK YOL DEVRİM!”
Temelkuran, 1980 yılının 12 Eylülü'ne değin askeri cuntanın dizgeli darbe hazırlığını ve devrimci öğrenci devinimini, Ankara’nın Kurtuluş Mahallesi’nde yaşayan romanın kahramanları Ayşe, Aydın ve Sevgi; Nejla Hanım ve Jale Hanım Teyze’nin tanıtımı eşliğinde ve beş-altı yaşlarındaki Ayşe’nin dünyasından anlatılaştırmıştır. Nejla Hanım, düzgün, ahlaklı, insancıl batılı yaşam tarzını içselleştirmiş bir Cumhuriyet kadınıdır. Hem kızı Sevim'e sosyalizmde hiç mi milli bayram yok?" diye soracak denli saf hem de "bir tarafın Niğde Öğrenci Yurdu, ülkücü gençler, bir tarafın Mülkiye, solcu gençler ve tam karakolun karşısında oturuyorsun, bütün bunları çocuktan nasıl saklayabilirsin? diyecek denli olayların ayrımındadır. Komünistlikle suçlanan, 1945'te Konservatuar'dan Cebeci'ye dalgın yürüyen Sabahattin Ali'yi üzüntüyle anar. Nejla'nın karşıt kutbu olarak kurgulanan Jale Hanım Teyze'yse, Bülent Ersoy'a hangi gözlük yakışıyor? O neyi giyiyor? Ne zaman kadın oluyor? Askerler ne zaman yönetimi ele alıyor? gibi konularla oyalanan ve hep başkalarından yararlanan bir figürdür.

Modern romanın başyapıtlarından: 'Körleşme'



Elias Canetti, Kafka’nın özellikle Dönüşüm’ündeki dilden etkilenmiş, onun kadar yalın yazmaya çalışmış ama sonuçta ortaya 565 sayfalık dev bir yapıt çıkmış. “Körleşme”, modern romanın başyapıtlarından biri olarak tekrar tekrar okunmayı, hakkında konuşmayı, tartışmayı hak eden bir roman.
Haber görseliModern romanın başyapıtlarından: Elias Canetti''den 'Körleşme'
Elias Canetti’nin başyapıtı, tek romanı “Körleşme”nin kahramanı Prof. Peter Kien, çoğu kitap tutkununun hayal ettiği biçimde 25 bin kitabı ile beraber yaşıyor. Kendine kalan miras sayesinde geçim derdi yok. Zamanını sadece kitaplarıyla geçiriyor. İstediği kitabı satın alabiliyor. Dışarıdan bakıldığında bir kitap tutkununun ideali olabilecek bu yaşam biçimi aslında kahramanının kendi kendini hapsettiği hapishanesi olmuştur. Peter Kien insanlarla ilişkisini en alt düzeye indirmiştir. Eşi, dostu yoktur. Tek akrabası olan kardeşi ile de görüşmez. Çok ünlü bir sinolog olmasına rağmen uluslararası toplantılara katılmaz, meslektaşlarıyla görüş alış verişinde bulunmaz. İnsanlarla ilişki kurmamak için elinden geleni yapar. İlişki kurmak zorunda kalırsa da küfredip, itip kakacak kadar kaba

Isabel Allende'den “Cinayet Oyunu”



'Cinayet Oyunu', Isabel Allende’nin kaleminden çıkmış bir polisiye gibi görünmesine rağmen onun eserlerinde görülen tüm özellikleri kapsıyor. Seval Şahin'in değerlendirmesi.
Haber görseliIsabel Allende'den “Cinayet Oyunu”
Olağanüstü bir roman ama polisiye mi?
Latin Amerika edebiyatının yaşayan en büyük yazarlarından biri kuşkusuz Isabel Allende. Kendi şahsi okuma tecrübemde de Allende önemli bir yer işgal ediyor. Onun eserleriyle ilk tanışmam Eva Luna ile olmuştu. Bir tren yolculuğunda kuzenimin yolculuğuma eşlik etmesi için elime tutuşturuverdiği bu kitap, Allende’nin büyülü dünyasıyla ilk tanışmamdı ve sonrasında da yazdıklarını büyük bir hevesle okudum.
Allende, Latin Amerikalı birçok yazar söz konusu olduğunda ilk akla gelen büyülü gerçekçi anlatımın önde gelen yazarlarından. Aynı zamanda Şili’nin devrik sosyalist lideri Salvador Allende’nin de yeğeni. Yaşamını çok uzun zamandır doğduğu ve köklerinin olduğu topraklardan uzak geçiriyor. Amerika’nın yaşamına girişiyle orayı anlamaya başlaması neredeyse paralel. Roman, hikâye, yemek kitabı ve çocuklar için yazdığı kitapların ardından Allende şimdi de karşımıza bir polisiye ile çıkıyor. Fakat bu bir polisiye bile olsa o söz konusu olduğunda büyülü gerçekçiliği es geçmek mümkün değil.
İFŞA EDİLEN HAYATLAR
Büyülü gerçekçilik köklerini Latin Amerika’da bulan, bu coğrafyanın doğaüstü hayatı ile devrimler, askeri darbeler ve yıkımlarla yoğrulmuş hayatının gerçekliğini bir araya getiren olağanüstüyü, yaşanılan gerçekliğin acı tecrübesiyle bir arada veren bir anlatım tarzı. Bu anlatım tarzında, yazarın kurgusu büyük bir oranda şimdinin gerçekliğine dayanırken bu gerçekliği kuran, kuşatan olağanüstü olaylar, inançlar gerçekliğe karşıt bir durum oluşturmuyor, aksine gerçekliğin betimlenmesinde yoğun