Translate

İzleyiciler

13 Mart 2015 Cuma

John Steinbeck'ten "Kısa Süren Saltanat"


John Steinbeck'in tek siyasi hicvi olarak nitelenen "Kısa Süren Saltanat", cumhuriyetin sürekli hükümet krizine girdiği bir ortamdan bunalan Fransız halkının tercihini tekrar krallıktan yana kullanmasıyla doğan ve ardından, kendi halindeki bir küçük burjuvanın, ailesiyle çok farklı dünyalara savrulduğu bir hikâye.
Haber görseliJohn Steinbeck'ten "Kısa Süren Saltanat"
Yaşasın yeni kral!
Esas meselemiz bu değil ama seçim sathı mailine yavaştan girmeye hazırlandığımız bugünlerde, en önemli gündem maddelerimizden biri de başkanlık meselesi şüphesiz. Başkanlık tek adamlığa dönüşür mü, onu da aşar diktatörlüğe gider mi? Yoksa halihazırda bir diktatörlükte mi yaşıyoruz? Bunların yanında bir ihtimal; "Halifelik neden olmasın efendim!" diyen de var "Padişahlık, beraberinde de saltanat geri gelecek!" diyen de...
Gelecek günlerin ne getireceğini elbette seçim günü ve sonrasını izleyen süreçte göreceğiz şüphesiz ama kafalarda çok soru var. Kafalardaki soruları yanıtlamak değil belki ama biraz olsun yatıştırmak ise yine edebiyata düşüyor.
Şöyle: Amerikan edebiyatının ustalarından John Steinbeck, "tek siyasi hicvi" olarak nitelendirilen ve geçen günlerde yeni baskısıyla tekrar okur karşısına çıkan romanı Kısa Süren Saltanat'ta, şimdilerde Türkiye'de dönen tartışmaların bir farklı boyutunu, sarkastik bir biçimiyle Fransa'da geçen bir hikâyeyle romanlaştırıyor. Kesinlikle fazla demokrasiden, cumhuriyetin sürekli hükümet krizine girdiği bir ortamdan bunalan Fransız halkının ve elitlerinin tercihini tekrar krallıktan yana kullanmasıyla doğan ve ardından, kendi halinde yaşamını sürdüren bir küçük burjuvanın, ailesiyle birlikte çok farklı dünyalara savrulduğu bir hikâye burada anlatılan. Bu hikâyeyle ise Steinbeck, yarattığı müthiş bir karamizah ve ironi ile birlikte, siyasetin gerçek yüzünü göstermeyi amaçlıyor bize.
Steinbeck'in bu usta işi siyasi hicvini hatırlayanla da olacaktır mutlaka. Daha önce Rasih Güran,

Ray Bradbury'den bir öykü toplamı: 'Sonbahar Ülkesi'


Ray Bradbury'nin Türkçede yeni yayımlanan öykü toplamı “Sonbahar Ülkesi”, bir bütün olarak bakıldığında, tür ve konusu üzerine yazılmış en iyi eserlerden ve yazarının en iyi verimlerinden biri. Kitapta bulunan on dokuz öyküde ölüm, üzerine pek düşünülmeyen farklı kavramları bir araya getirilerek incelikli bir şekilde işleniyor. Alican Saygı Ortanca'nın değerlendirmesi...
Haber görseli
Ölümün ölmeyişi ve Bradbury
Ray Bradbury, ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’nde oldukça tanınan, sevilen, yüzlerce öykü, onlarca kitap yazan bir yazar olmasına rağmen ismi telaffuz edildiğinde akla ilk gelen kitabı hep Fahrenheit 451. Orwell’in 1984’ü, Huxley’nin Cesur Yeni Dünyası ve Zamyatin’in Biz’i ile distopyanın kare asını oluşturan bu eser, yazarına ölümsüzlük kazandırsa da her zaman yüzleşmek zorunda olacağı bir laneti de peşinden getirdi. Gerçek şu ki, Brabury her zaman Fahrenheit 451’in yazarı olarak tanınacak ama kendi okurları için asla adı tek bir kitapla anılan bir yazar olmayacak.
Biz okuyucuların şanslı olduğu konu ise Ray Bradbury’nin okurlar kadar insafsız olmayıp sevdiği bir yazarı iliklerini kurutana kadar okuması. Yazarın, diğer yazarlara olan düşkünlüğü, kitaplara olan tutkusuyla paralel. Sonuçta bahsettiğimiz kişi, kelimenin gerçek manasıyla kütüphaneden mezun edildi. Okuduğu her şeyden kendisine, yazınına bir şeyler katmayı hiçbir zaman ihmal etmedi. Bu düşkünlüğü, eserlerinde onu fazlasıyla etkiledi ve üzerinde olan bu etkiyi de hiçbir zaman reddetmedi. Hatta, bununla her zaman gurur duydu. Günümüz yeni yetme yazarlarının ya da yazar olma çabası olma içine girip de kitap okumadığını, okumadan da yazabildiğini iddia edenlerin aksine Bradbury kahramanlarına her zaman sımsıkı sarıldı. Poe’nun, pullar üzerine basılmış portresine baktığında “Gerçek babama baktığımı biliyordum,” diyebildi. O, kitapların ve yazarların çocuğuydu; yaşamının sonuna geldiğinde ise baba rolüne soyunan artık kendisi olmuştu.
VAZEGEÇİLMEYEN YAZARLAR

Colum McCann'dan 'Dönsün Koca Dünya'


Colum McCann, Philippe Petit'nin 1974'te İkiz Kuleler arasında, halat üstündeki yürüyüşünden hareketle pek çok hayatla paralellik kuruyor. 'Dönsün Koca Dünya', New York'un 1970'lerdeki sancılı günlerini hem eğlenceli hem de hüzünlü bir dille anlatıyor.
Haber görseli'Tökezleyerek ilerliyoruz'
Philippe Petit, 7 Ağustos 1974 günü, henüz inşaat halindeki İkiz Kuleler arasına halat gerip bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bu ne ilkti ne de son olacaktı: Notre Dame Katedrali'nin iki kulesi arasındaki adımlarından sonra İkiz Kuleler ve arkasından Büyük Kanyon'da da benzerini yaptı. Petit'nin hayatı ve eylemleri kitaplara ve sinemaya konu olmuştu; bunlardan biri Türkçeye de çevrilen ve kendini anlattığı İp Cambazı'ydı (Çeviren: İsmail Yerguz, Sel Yayıncılık, 2006). Colum McCann, Petit'nin tehlikeli ama büyük ses getiren gösterisini, herkeste değişik yansımalar yaratan bir olay olarak yansıtıyor.
HERKESİN GÖZÜNE SOKULAN BEDEN
1970'lerin New York'u söz konusu olunca kentte yaşayan ve yaşananları, o dönemin siyasi ve sosyal ortamından ayrı düşünmek mümkün değil. Farklı farklı kümelenmeler gibi görünse de insanların hayatı bir şekilde kesişebiliyor. Cambaza bakanlar, korsan gösterinin tadını çıkarırken aslında bir biçimde yan yana geliyor. McCann'ın, Dönsün Koca Dünya'da yakaladığı ve bize anlatmaya uğraştığı şey bu.
McCann, romanda sadece Petit'nin İkiz Kuleler arasındaki yürüyüşünün gerçekliğinden, geri kalanların kurmaca olduğundan bahsediyor. Petit'nin eylemi, şehrin olağan akışı içinde tatlı bir karmaşa yaratıyor. İnsanların aklına bir sürü slogan geliyor

Emine Buzkan Kaynak ‘Mar Yılan Soyu’


Şahmaran Efsanesi’ne Farklı Bir Bakış: Mar Yılan Soyu

Emine Buzkan Kaynak’ın Anadolu’da yaygın bilinen Şahmaran Efsanesi’nden yola çıkarak yazdığı ‘Mar Yılan Soyu’ adlı kitabı Truva Yayınları imzası ile raflardaki yerini aldı..
Haber görseli
Akdeniz Bölgesi’nin Tarsus İlçesi’nde yaşadığına inanılan Şahmaran’ın hikayeleri ile büyüyen Kaynak, kitabında ‘Şahmaran uğruna öldüğü Cemsab ile evlenip çocukları olsaydı soylarının devamı nasıl olurdu?’ sorusundan yola çıkarak fantastik hikayesinin konusunu belirledi.

Emine Buzkan Kaynak aldığı senaryo dersleri ile öykücü yeteneğini birleştirerek bir solukta okunabilecek, akıcı üslubunu kitabına yansıttı. Okuyucuyu her anlamda içine alabilen gerçekçi tarafı ise hikayenin sürükleyiciliğini gözler önüne serer nitelikte.

Geleneksel hikayelerin fantastik kurgusuyla farklı tatlar yakalayabileceğiniz, içimizde varlığını sürdüren kültürel bir öğeden kaynağını alan Mar Yılan Soyu, Avrupa’da başlayıp Tarsus’ta noktalanan efsaneye değişik bir açıdan yaklaşıyor. Gizemli bir hikayenin kapılarını aralıyor.

E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap

'Sen Bir Başka Gittin' yeni bir hayat arayışına dair bir roman.


Liz Behmoaras'tan 'Sen Bir Başka Gittin'

Liz Behmoaras imzalı 'Sen Bir Başka Gittin' yeni bir hayat arayışına ve geçmişle barışmaya dair bir roman
Haber görseliLiz Behmoaras'tan “Sen Bir Başka Gittin”
'Pek çok insan kaçmayı hayal eder!'
Liz Behmoaras imzalı “Sen Bir Başka Gittin” yeni bir hayat arayışına ve geçmişle barışmaya dair bir roman. Mardin-İstanbul- Paris üçgeninde geçen bir kökenlere yolculuk. Mardin'in bir köyünde doğan, üniversite eğitiminin ardından gittiği Paris'te çalıştığı büyük bir gazetede Ortadoğu ve Türkiye üzerine yazılarıyla kısa sürede tanınan Efrem'in sancılı özüne dönüş öyküsüne odaklanıyor. Behmoaras'la “Sen Bir Başka Gittin”i konuştuk.
- Turabdin'e ne zaman gittiniz? Romandaki yaşlı adamla da orada tanışmışsınız değil mi? 
- Birkaç yıl önce, sıcak bir Eylül günü, arkadaşlarla birlikte Turabdin’deydik; yörenin vahşi güzelliğinden ve kendine has mistik atmosferinden büyülenmiş halde, ciple Dargeçit köyünün önünden geçiyor, Mardin’e doğru yol alıyorduk. Karşımıza, kızgın güneşin altında otostop yapan takım elbiseli, yaşlı bir adam çıkmış, bozuk bir Türkçeyle, onu Mardin’e götürmemizi istemişti; yanına para almayı unutmuştu, uzun uzun düşündükten sonra bir düğüne gitmeye karar vermişti, birilerini

27 Şubat 2015 Cuma

Gerçeğin büyülüsü makbuldür


Nikolay Leskov’un “Büyülü Gezgin” başlıklı seçme öyküleri Türkçede. Leskov böylece diğer Rus klasikleriyle kitapçı raflarında buluşmuş oldu. Seçkide, Büyülü Gezgin dışında oldukça kısa dört başka öyküyle birlikte Walter Benjamin’in altı çizilecek cümlelerle dolu bir yazısı da yer alıyor. Yankı Enki'nin değerlendirmesi...
Nikolay Leskov'dan bir öykü seçkisi: “Büyülü Gezgin”
Gerçeğin büyülüsü makbuldür
Dostoyevski’nin, kardeşiyle birlikte 1864-65 yıllarında çıkardığı ve maddi sebeplerden ötürü kısa bir ömrü olan Epoch adlı edebiyat dergisinin ilk sayıları, yazarın unutulmaz eseri Yeraltından Notlar’ı okurlarıyla buluşturmuştu. Bu önemli derginin sayfalarında kendisine yer bulan, ama çağdaşlarından oldukça farklı bir yerde duran başka bir yazar daha vardı: Nikolay Leskov.
Kurgu eserlerini yirmili yaşlarının sonlarında kaleme almaya başlayan Leskov, artık klasik olarak etiketlediğimiz Tolstoy, Çehov, Dostoyevski, Gorki gibi yazarların dikkatini çekmeyi başarmış ve onların övgülerine mazhar olmuştu ama edebiyat tarihinde genellikle onlarla aynı rafta yer alamadı, yüksek edebiyattan sayılan bir kalem olmadı. Elbette bunda en önemli sebep, Leskov’un biraz önce isimlerini andığımız çağdaşlarına göre edebiyatta farklı bir gerçeklik anlayışına sahip olmasıydı. Örneğin Tolstoy, şöyle bir karşılaştırma yapmış: “Dostoyevski’nin bu kadar okunması gariptir. Buna karşılık, Leskov’un okunmamasını bir türlü anlamıyorum. Leskov, hakikate sadık bir yazar.”
YERSİZ YURTSUZ, EVSİZ VE YALNIZ “GEZGİN”
Nikolay Leskov’un Büyülü Gezgin başlıklı seçme öyküleri Türkçeye henüz çevrildi ama birkaç yıl

Ray Celestin'den "New Orleans Cinayetleri"

 Ray Celestin "New Orleans Cinayetleri"yle bizi 1900'lerin ilk çeyreğinde dört yanı suç, yasaklar, caz, fırtına ve tabularla çevrili New Orleans'taki bir dizi cinayetle buluşturuyor. Celestin, gerçek bir olaydan esinlenerek oluşturduğu romanında "Baltacı" olarak anılan katile ve dönemin ırkçılık konusuna da odaklanıyor.


Haber görseliRay Celestin'den "New Orleans Cinayetleri"
'Garezi olan yığınla insan'
Cazda her zaman insanı dinginleştiren ve coşturan bir taraf bulunuyor. Onun çağrıştırdıkları ve hissettirdikleri bir yana, caz deyince akla gelen önemli şehirler var, örneğin New Orleans. Müziğin mabedlerinden biri olan bu kent, yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde bir dizi cinayetle sarsılmıştı. "Baltacı" lakaplı katil, seri cinayetler işlemiş ve altı kişiyi öldürmüştü. Cazın durmaksızın akıp gittiği kentte bir yandan da Baltacı'nın cinayetleri konuşuluyordu.
"EVİNDEN CAZ SESİ GELMEYEN BALTAMI GÖRECEK"
Yıl 1918. New Orleans sokakları ve kulüpleri kendini cazın büyüsüne kaptırmışken elinde baltasıyla bir katil kentte hem korku yaratır hem de merak uyandırır. 1918-1919 arası altı kişi aynı şekilde öldürülür.
Ray Celestin bizi New Orleans sokaklarına götürüp Baltacı'nın peşine takarken dönemin ruhuyla beraber kulağımıza melodiler de çalınıyor. New Orleans Cinayetleri, Baltacı'nın izini süren dedektif Micheal, eski polis Luca D'Andrea, sekreter Ida ve sokak müzisyenleriyle ilginç bir kovalamacaya kapı aralıyor.
Celestin'in anlattığı New Orleans, hemen her dönemde batıl inançlarıyla öne çıkan bir şehir.