Translate

İzleyiciler

13 Mart 2015 Cuma

Mehmet Güreli'den denemeler: "Bedrufi'nin Nefesi"


Bedrufi'nin Nefesi: Ne başlayan ne de biten bir kitap...

Yaşama karşı sanatla, felsefeyle, edebiyatla sorular sorup arayışa devam edebilme gücünün renkli ve düşündürücü hallerini sorguluyor Mehmet Güreli, "Bedrufi'nin Nefesi" adı altında topladığı denemelerinde.
Haber görseli
Ne başlayan ne de biten kitap
Elinden çok iş gelen insanlardan çekinmek mi gerek bilmiyorum ama onların verimlerine yaklaşmak bir tereddüt konusu hep. Tereddüt konusu çünkü zengin dağarlarında nelerin yattığını keşfedebilmek bile, karşı taraf için ciddi uğraş. İşte tam da bu nedenle yaklaşılması, ulaşılması zor gibi görülen insanlar olurlar onlar. Çok da fazla yok aslında bu insanlardan. Hele Türkiye için bir elin parmaklarıyla sınırlı. Ancak varolanların nitelikleri de tartışılmaz.
Mehmet Güreli de şüphesiz bu isimlerden. Müzisyen, ressam, yazar, bir sinema insanı... Birçok işi hakkıyla bir arada yürütüyor hasılı. Taraf gazetesinde kaleme aldığı perşembe yazılarıyla ise hemen yukarıda bahsettiğim mesafeleri kaldırmıştı. Bu yazılarda okurlar Güreli'ye doğru bir adım daha atmış, onun dünyasının zenginliklerine bir de denemelerinden bakmaya başlamıştı. Güreli şimdi de bu denemelerinden oluşan nitelikli bir seçkiyi Bedrufi'nin Nefesi adıyla kitaplaştırdı. Kitapta, yazarın benliğini oluşturan renklerden, içinden geçtiği dünyalardan, uğraşlarından mürekkep yoğun bir demet bekliyor okurları.
Güreli'nin yaşamını kaplayan sanatlara bir bakalım: İnsanı değiştirmek; yontmak, duygudaşlık kurabilmek, karşıyı, ötekiyi, özgürlüğü hissedebilmekle ilgili hepsi.
Örnekse yazmak ya da paralelinde kitaplar. Değiştirirler insanı. Bazen koca koca kitaplardan çekip çıkaracağımız küçücük bir cümle bile hayatımızın seyrinin değişmesine sebebiyet verebilir. O küçücük cümleyi hayatımızın tam ortasına koyup, ona göre düzenleriz etrafımızda dönen yaşamı. Aynı şekilde, bazen bir resme vurulup günlerce aklımızdan çıkaramayız. Hatta o kadar gireriz ki resmin içine, resmin mi yoksa bizim mi seyre daldığımızı unuturuz. Acaba gerçek yaşam neresi dediğimiz anda ise "öteki", tüm haşmetiyle serilir önümüze. Müzik ne peki özgürlük değilse? Notalar arasında dolaşırken, bir küçük es'te bile benliğimizin yıllardır aradığımız eksik parçasını bulmak mümkün değil mi? Elbette mümkün. Ama yine de aramaya devam ederiz çünkü "yolda olma hâli" kendimizin, en sevdiğimiz yanı olmuştur bile.
GÜRELİ'NİN KESTİĞİ CAMDAN DÜNYAYI SEYRE DALMAK

Ece Temelkuran yeni romanı: 'Devir'


Ece Temelkuran, 1980 yılının 12 Eylülü'ne değin askeri cuntanın dizgeli darbe hazırlığını ve devrimci öğrenci devinimini, Ankara’nın Kurtuluş Mahallesi’nde yaşayan romanın kahramanları Ayşe, Aydın ve Sevgi; Nejla Hanım ve Jale Hanım Teyze’nin tanıtımı eşliğinde ve beş-altı yaşlarındaki Ayşe’nin dünyasından anlatılaştırıyor romanında. Onur Bilge Kula'nın değerlendirmesi...

Haber görseliEce Temelkuran'dan “Devir”
Devrimciler neyi devirecekti?
Ece Temelkuran, Devir'de Devrimci Yolcu bazı devrimcilerinin öykülerini yetkin bir estetik beğeniyle biçemselleştirmiştir. İçeriğine uygun olağanüstü yazınsal bir anlatı olan Devir, bir anımsama, anımsatma, direnme ve umutsuzluktan umut, yenilgiden yengi türetme romanıdır. Ankara Kuğulu Parktaki havuzda yüzen dilsiz kuğular, 1980'de bu çılgın ve hüzünlü kentte yaşanılan utkulu direnişin ve hüzünlü yenilişin tanıklarıdır.
“TEK YOL DEVRİM!”
Temelkuran, 1980 yılının 12 Eylülü'ne değin askeri cuntanın dizgeli darbe hazırlığını ve devrimci öğrenci devinimini, Ankara’nın Kurtuluş Mahallesi’nde yaşayan romanın kahramanları Ayşe, Aydın ve Sevgi; Nejla Hanım ve Jale Hanım Teyze’nin tanıtımı eşliğinde ve beş-altı yaşlarındaki Ayşe’nin dünyasından anlatılaştırmıştır. Nejla Hanım, düzgün, ahlaklı, insancıl batılı yaşam tarzını içselleştirmiş bir Cumhuriyet kadınıdır. Hem kızı Sevim'e sosyalizmde hiç mi milli bayram yok?" diye soracak denli saf hem de "bir tarafın Niğde Öğrenci Yurdu, ülkücü gençler, bir tarafın Mülkiye, solcu gençler ve tam karakolun karşısında oturuyorsun, bütün bunları çocuktan nasıl saklayabilirsin? diyecek denli olayların ayrımındadır. Komünistlikle suçlanan, 1945'te Konservatuar'dan Cebeci'ye dalgın yürüyen Sabahattin Ali'yi üzüntüyle anar. Nejla'nın karşıt kutbu olarak kurgulanan Jale Hanım Teyze'yse, Bülent Ersoy'a hangi gözlük yakışıyor? O neyi giyiyor? Ne zaman kadın oluyor? Askerler ne zaman yönetimi ele alıyor? gibi konularla oyalanan ve hep başkalarından yararlanan bir figürdür.

Modern romanın başyapıtlarından: 'Körleşme'



Elias Canetti, Kafka’nın özellikle Dönüşüm’ündeki dilden etkilenmiş, onun kadar yalın yazmaya çalışmış ama sonuçta ortaya 565 sayfalık dev bir yapıt çıkmış. “Körleşme”, modern romanın başyapıtlarından biri olarak tekrar tekrar okunmayı, hakkında konuşmayı, tartışmayı hak eden bir roman.
Haber görseliModern romanın başyapıtlarından: Elias Canetti''den 'Körleşme'
Elias Canetti’nin başyapıtı, tek romanı “Körleşme”nin kahramanı Prof. Peter Kien, çoğu kitap tutkununun hayal ettiği biçimde 25 bin kitabı ile beraber yaşıyor. Kendine kalan miras sayesinde geçim derdi yok. Zamanını sadece kitaplarıyla geçiriyor. İstediği kitabı satın alabiliyor. Dışarıdan bakıldığında bir kitap tutkununun ideali olabilecek bu yaşam biçimi aslında kahramanının kendi kendini hapsettiği hapishanesi olmuştur. Peter Kien insanlarla ilişkisini en alt düzeye indirmiştir. Eşi, dostu yoktur. Tek akrabası olan kardeşi ile de görüşmez. Çok ünlü bir sinolog olmasına rağmen uluslararası toplantılara katılmaz, meslektaşlarıyla görüş alış verişinde bulunmaz. İnsanlarla ilişki kurmamak için elinden geleni yapar. İlişki kurmak zorunda kalırsa da küfredip, itip kakacak kadar kaba

Isabel Allende'den “Cinayet Oyunu”



'Cinayet Oyunu', Isabel Allende’nin kaleminden çıkmış bir polisiye gibi görünmesine rağmen onun eserlerinde görülen tüm özellikleri kapsıyor. Seval Şahin'in değerlendirmesi.
Haber görseliIsabel Allende'den “Cinayet Oyunu”
Olağanüstü bir roman ama polisiye mi?
Latin Amerika edebiyatının yaşayan en büyük yazarlarından biri kuşkusuz Isabel Allende. Kendi şahsi okuma tecrübemde de Allende önemli bir yer işgal ediyor. Onun eserleriyle ilk tanışmam Eva Luna ile olmuştu. Bir tren yolculuğunda kuzenimin yolculuğuma eşlik etmesi için elime tutuşturuverdiği bu kitap, Allende’nin büyülü dünyasıyla ilk tanışmamdı ve sonrasında da yazdıklarını büyük bir hevesle okudum.
Allende, Latin Amerikalı birçok yazar söz konusu olduğunda ilk akla gelen büyülü gerçekçi anlatımın önde gelen yazarlarından. Aynı zamanda Şili’nin devrik sosyalist lideri Salvador Allende’nin de yeğeni. Yaşamını çok uzun zamandır doğduğu ve köklerinin olduğu topraklardan uzak geçiriyor. Amerika’nın yaşamına girişiyle orayı anlamaya başlaması neredeyse paralel. Roman, hikâye, yemek kitabı ve çocuklar için yazdığı kitapların ardından Allende şimdi de karşımıza bir polisiye ile çıkıyor. Fakat bu bir polisiye bile olsa o söz konusu olduğunda büyülü gerçekçiliği es geçmek mümkün değil.
İFŞA EDİLEN HAYATLAR
Büyülü gerçekçilik köklerini Latin Amerika’da bulan, bu coğrafyanın doğaüstü hayatı ile devrimler, askeri darbeler ve yıkımlarla yoğrulmuş hayatının gerçekliğini bir araya getiren olağanüstüyü, yaşanılan gerçekliğin acı tecrübesiyle bir arada veren bir anlatım tarzı. Bu anlatım tarzında, yazarın kurgusu büyük bir oranda şimdinin gerçekliğine dayanırken bu gerçekliği kuran, kuşatan olağanüstü olaylar, inançlar gerçekliğe karşıt bir durum oluşturmuyor, aksine gerçekliğin betimlenmesinde yoğun

John Steinbeck'ten "Kısa Süren Saltanat"


John Steinbeck'in tek siyasi hicvi olarak nitelenen "Kısa Süren Saltanat", cumhuriyetin sürekli hükümet krizine girdiği bir ortamdan bunalan Fransız halkının tercihini tekrar krallıktan yana kullanmasıyla doğan ve ardından, kendi halindeki bir küçük burjuvanın, ailesiyle çok farklı dünyalara savrulduğu bir hikâye.
Haber görseliJohn Steinbeck'ten "Kısa Süren Saltanat"
Yaşasın yeni kral!
Esas meselemiz bu değil ama seçim sathı mailine yavaştan girmeye hazırlandığımız bugünlerde, en önemli gündem maddelerimizden biri de başkanlık meselesi şüphesiz. Başkanlık tek adamlığa dönüşür mü, onu da aşar diktatörlüğe gider mi? Yoksa halihazırda bir diktatörlükte mi yaşıyoruz? Bunların yanında bir ihtimal; "Halifelik neden olmasın efendim!" diyen de var "Padişahlık, beraberinde de saltanat geri gelecek!" diyen de...
Gelecek günlerin ne getireceğini elbette seçim günü ve sonrasını izleyen süreçte göreceğiz şüphesiz ama kafalarda çok soru var. Kafalardaki soruları yanıtlamak değil belki ama biraz olsun yatıştırmak ise yine edebiyata düşüyor.
Şöyle: Amerikan edebiyatının ustalarından John Steinbeck, "tek siyasi hicvi" olarak nitelendirilen ve geçen günlerde yeni baskısıyla tekrar okur karşısına çıkan romanı Kısa Süren Saltanat'ta, şimdilerde Türkiye'de dönen tartışmaların bir farklı boyutunu, sarkastik bir biçimiyle Fransa'da geçen bir hikâyeyle romanlaştırıyor. Kesinlikle fazla demokrasiden, cumhuriyetin sürekli hükümet krizine girdiği bir ortamdan bunalan Fransız halkının ve elitlerinin tercihini tekrar krallıktan yana kullanmasıyla doğan ve ardından, kendi halinde yaşamını sürdüren bir küçük burjuvanın, ailesiyle birlikte çok farklı dünyalara savrulduğu bir hikâye burada anlatılan. Bu hikâyeyle ise Steinbeck, yarattığı müthiş bir karamizah ve ironi ile birlikte, siyasetin gerçek yüzünü göstermeyi amaçlıyor bize.
Steinbeck'in bu usta işi siyasi hicvini hatırlayanla da olacaktır mutlaka. Daha önce Rasih Güran,

Ray Bradbury'den bir öykü toplamı: 'Sonbahar Ülkesi'


Ray Bradbury'nin Türkçede yeni yayımlanan öykü toplamı “Sonbahar Ülkesi”, bir bütün olarak bakıldığında, tür ve konusu üzerine yazılmış en iyi eserlerden ve yazarının en iyi verimlerinden biri. Kitapta bulunan on dokuz öyküde ölüm, üzerine pek düşünülmeyen farklı kavramları bir araya getirilerek incelikli bir şekilde işleniyor. Alican Saygı Ortanca'nın değerlendirmesi...
Haber görseli
Ölümün ölmeyişi ve Bradbury
Ray Bradbury, ülkesi Amerika Birleşik Devletleri’nde oldukça tanınan, sevilen, yüzlerce öykü, onlarca kitap yazan bir yazar olmasına rağmen ismi telaffuz edildiğinde akla ilk gelen kitabı hep Fahrenheit 451. Orwell’in 1984’ü, Huxley’nin Cesur Yeni Dünyası ve Zamyatin’in Biz’i ile distopyanın kare asını oluşturan bu eser, yazarına ölümsüzlük kazandırsa da her zaman yüzleşmek zorunda olacağı bir laneti de peşinden getirdi. Gerçek şu ki, Brabury her zaman Fahrenheit 451’in yazarı olarak tanınacak ama kendi okurları için asla adı tek bir kitapla anılan bir yazar olmayacak.
Biz okuyucuların şanslı olduğu konu ise Ray Bradbury’nin okurlar kadar insafsız olmayıp sevdiği bir yazarı iliklerini kurutana kadar okuması. Yazarın, diğer yazarlara olan düşkünlüğü, kitaplara olan tutkusuyla paralel. Sonuçta bahsettiğimiz kişi, kelimenin gerçek manasıyla kütüphaneden mezun edildi. Okuduğu her şeyden kendisine, yazınına bir şeyler katmayı hiçbir zaman ihmal etmedi. Bu düşkünlüğü, eserlerinde onu fazlasıyla etkiledi ve üzerinde olan bu etkiyi de hiçbir zaman reddetmedi. Hatta, bununla her zaman gurur duydu. Günümüz yeni yetme yazarlarının ya da yazar olma çabası olma içine girip de kitap okumadığını, okumadan da yazabildiğini iddia edenlerin aksine Bradbury kahramanlarına her zaman sımsıkı sarıldı. Poe’nun, pullar üzerine basılmış portresine baktığında “Gerçek babama baktığımı biliyordum,” diyebildi. O, kitapların ve yazarların çocuğuydu; yaşamının sonuna geldiğinde ise baba rolüne soyunan artık kendisi olmuştu.
VAZEGEÇİLMEYEN YAZARLAR

Colum McCann'dan 'Dönsün Koca Dünya'


Colum McCann, Philippe Petit'nin 1974'te İkiz Kuleler arasında, halat üstündeki yürüyüşünden hareketle pek çok hayatla paralellik kuruyor. 'Dönsün Koca Dünya', New York'un 1970'lerdeki sancılı günlerini hem eğlenceli hem de hüzünlü bir dille anlatıyor.
Haber görseli'Tökezleyerek ilerliyoruz'
Philippe Petit, 7 Ağustos 1974 günü, henüz inşaat halindeki İkiz Kuleler arasına halat gerip bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bu ne ilkti ne de son olacaktı: Notre Dame Katedrali'nin iki kulesi arasındaki adımlarından sonra İkiz Kuleler ve arkasından Büyük Kanyon'da da benzerini yaptı. Petit'nin hayatı ve eylemleri kitaplara ve sinemaya konu olmuştu; bunlardan biri Türkçeye de çevrilen ve kendini anlattığı İp Cambazı'ydı (Çeviren: İsmail Yerguz, Sel Yayıncılık, 2006). Colum McCann, Petit'nin tehlikeli ama büyük ses getiren gösterisini, herkeste değişik yansımalar yaratan bir olay olarak yansıtıyor.
HERKESİN GÖZÜNE SOKULAN BEDEN
1970'lerin New York'u söz konusu olunca kentte yaşayan ve yaşananları, o dönemin siyasi ve sosyal ortamından ayrı düşünmek mümkün değil. Farklı farklı kümelenmeler gibi görünse de insanların hayatı bir şekilde kesişebiliyor. Cambaza bakanlar, korsan gösterinin tadını çıkarırken aslında bir biçimde yan yana geliyor. McCann'ın, Dönsün Koca Dünya'da yakaladığı ve bize anlatmaya uğraştığı şey bu.
McCann, romanda sadece Petit'nin İkiz Kuleler arasındaki yürüyüşünün gerçekliğinden, geri kalanların kurmaca olduğundan bahsediyor. Petit'nin eylemi, şehrin olağan akışı içinde tatlı bir karmaşa yaratıyor. İnsanların aklına bir sürü slogan geliyor