İlk kitabı Avuntular’dan (İletişim Yayınları, 2017) neredeyse iki yıl sonra ikinci kitabı Güneşi Kötü Evler (Everest Yayınları, Kasım 2019) ile öykü okurlarını yeniden selamladı Ömer Arslan. Bir öyküsü hariç (Malta Yok) aşağı yukarı 8-10 sayfalık öykülerden oluşan toplamda on üç öyküye yer vermiş yazar yeni kitabında. Bu anlamda bir önceki kitabına göre öykü sayısı neredeyse yarı yarıya azalmış.
Bu, aslında anlamsız, sayısal verileri bir kenarda bırakırsak Ömer Arslan’ın yeni kitabında da öncekine benzer tatta öyküler görmek mümkün. Yazarın şahsına münhasır üslubuna, öykülerin naif atmosferi de eklenince okuru yormayan, kalabalık gevezeliklerden uzak, son derece başarılı öyküler çıkıyor ortaya. Güneşi Kötü Evler, şimdiden Türk öykücülüğünde kalıcı olma iddiası taşıyan kitaplardan biri olacağa benziyor.Julio Cortazar bir konuşmasında, metin ile okur arasındaki mücadeleyi romanın hep sayıyla kazandığını, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerektiğini söylemişti. Ömer Arslan’ın öyküleri bu tanıma yeterince uyuyor benim gözümde. Özellikle birkaç noktada, nakavtı tam olması gereken anda yakalıyor. Onun öykülerinin önemli özelliklerinden biri kullandığı dil. Bir berber, berber gibi konuşuyor; genç bir kadın konuşurken adeta silueti okurun gözünde canlanıyor; küçük bir çocuğun ağzından beylik laflar duysak bile onun çocuk olduğundan şüphe etmiyoruz. Bunlara benzer pek çok farklı örnek var Arslan’ın öykülerinde. Karakter kurmaktaki başarısının en önemli sebeplerinden biri de bu bana kalırsa. Onları olması gerektiği gibi tarif edebilmesi ve konuşturması. Dil demişken, özellikle bir dönem çokça gündeme gelmiş olan “öyküde diyalog eksikliği” konusuna da değinmek gerek. Güneşi Eksik Evler’deki diyaloglarda lüzumsuz laf kalabalıklarına, metni şişirmek için kullanılan yazarlık manevralarına rastlamak olası değil. İşte bütün bunlar da öyküleri hem daha gerçek hem de daha akıcı kılıyor.
Bir tür olarak, örneğin romana göre, çok daha kısıtlı imkanları olan öykü her bir zerresini tadında vermek zorunda diye düşünüyorum. Herhangi bir öğenin biraz eksik veya biraz fazla olması, maçı nakavtla kazanması gereken öykünün ringde kalmasına sebep olabilir. Bu öğelerden biri de öyküde betimleme. Ömer Arslan’ın öykülerinin sevdiğim noktalarından biri gereksiz betimlemelerle metni ve doğal olarak da okuru boğmaması. Zaten sınırlı bir alanda top gezdirmek zorunda olan öykü için bu durum bir hayli önemli. Güneşi Kötü Evler, anlatının kendisine odaklanarak bu betimleme tuzağına düşmüyor ve olması gerektiği kadarını anlatarak nakavta giden yolda ciddi bir avantaj sağlıyor.
Son olarak öykülerdeki karakterlerin “gezginliği” hakkında da bir şeyler söylemek gerek ki bu okuru şaşırtabileceği kadar memnun da edebilecek bir durum. Öyle ki bir öyküde geçen karakter sonraki bir başka öyküde yeniden karşımıza çıkabiliyor. Böylece bir süre sonra o karakterlerle arkadaş olarak; mutsuz anlarına, ayrılıklara, yanlış anlaşılmalara, sevinçlere ortaklık ederek sayfalar boyunca ilerliyoruz. Bu da bence okurun hem metni içselleştirmesine hem de öyküler arasında kaybolmasına yardımcı oluyor.
Ömer Arslan, Güneşi Kötü Evler’de bizlere bilmediğimiz bir şey anlatmıyor esasında. Hepimizin başından geçmesi muhtemel bu hikayeler, onun kaleminde, bize aynanın karşısında kendimizi izliyormuşuz hissi veriyor. Kendimizi, yakınlarımızı veya yakınlarımızdan geçen aslında hiç tanımadıklarımızı… Türk öykücülüğü içinde şahsına münhasır yerini şimdiden alan Ömer Arslan, bize bildiğimiz bir yolda kaybolmayı öğretiyor. Gerisi kaybolmaktan korkmayan okura kalmışr (Everest Yayınları, Kasım 2019) ile öykü okurlarını yeniden selamladı Ömer Arslan. Bir öyküsü hariç (Malta Yok) aşağı yukarı 8-10 sayfalık öykülerden oluşan toplamda on üç öyküye yer vermiş yazar yeni kitabında. Bu anlamda bir önceki kitabına göre öykü sayısı neredeyse yarı yarıya azalmış. Bu, aslında anlamsız, sayısal verileri bir kenarda bırakırsak Ömer Arslan’ın yeni kitabında da öncekine benzer tatta öyküler görmek mümkün. Yazarın şahsına münhasır üslubuna, öykülerin naif atmosferi de eklenince okuru yormayan, kalabalık gevezeliklerden uzak, son derece başarılı öyküler çıkıyor ortaya. Güneşi Kötü Evler, şimdiden Türk öykücülüğünde kalıcı olma iddiası taşıyan kitaplardan biri olacağa benziyor.
Julio Cortazar bir konuşmasında, metin ile okur arasındaki mücadeleyi romanın hep sayıyla kazandığını, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerektiğini söylemişti. Ömer Arslan’ın öyküleri bu tanıma yeterince uyuyor benim gözümde. Özellikle birkaç noktada, nakavtı tam olması gereken anda yakalıyor. Onun öykülerinin önemli özelliklerinden biri kullandığı dil. Bir berber, berber gibi konuşuyor; genç bir kadın konuşurken adeta silueti okurun gözünde canlanıyor; küçük bir çocuğun ağzından beylik laflar duysak bile onun çocuk olduğundan şüphe etmiyoruz. Bunlara benzer pek çok farklı örnek var Arslan’ın öykülerinde. Karakter kurmaktaki başarısının en önemli sebeplerinden biri de bu bana kalırsa. Onları olması gerektiği gibi tarif edebilmesi ve konuşturması. Dil demişken, özellikle bir dönem çokça gündeme gelmiş olan “öyküde diyalog eksikliği” konusuna da değinmek gerek. Güneşi Eksik Evler’deki diyaloglarda lüzumsuz laf kalabalıklarına, metni şişirmek için kullanılan yazarlık manevralarına rastlamak olası değil. İşte bütün bunlar da öyküleri hem daha gerçek hem de daha akıcı kılıyor.
Bir tür olarak, örneğin romana göre, çok daha kısıtlı imkanları olan öykü her bir zerresini tadında vermek zorunda diye düşünüyorum. Herhangi bir öğenin biraz eksik veya biraz fazla olması, maçı nakavtla kazanması gereken öykünün ringde kalmasına sebep olabilir. Bu öğelerden biri de öyküde betimleme. Ömer Arslan’ın öykülerinin sevdiğim noktalarından biri gereksiz betimlemelerle metni ve doğal olarak da okuru boğmaması. Zaten sınırlı bir alanda top gezdirmek zorunda olan öykü için bu durum bir hayli önemli. Güneşi Kötü Evler, anlatının kendisine odaklanarak bu betimleme tuzağına düşmüyor ve olması gerektiği kadarını anlatarak nakavta giden yolda ciddi bir avantaj sağlıyor.
Son olarak öykülerdeki karakterlerin “gezginliği” hakkında da bir şeyler söylemek gerek ki bu okuru şaşırtabileceği kadar memnun da edebilecek bir durum. Öyle ki bir öyküde geçen karakter sonraki bir başka öyküde yeniden karşımıza çıkabiliyor. Böylece bir süre sonra o karakterlerle arkadaş olarak; mutsuz anlarına, ayrılıklara, yanlış anlaşılmalara, sevinçlere ortaklık ederek sayfalar boyunca ilerliyoruz. Bu da bence okurun hem metni içselleştirmesine hem de öyküler arasında kaybolmasına yardımcı oluyor.
Ömer Arslan, Güneşi Kötü Evler’de bizlere bilmediğimiz bir şey anlatmıyor esasında. Hepimizin başından geçmesi muhtemel bu hikayeler, onun kaleminde, bize aynanın karşısında kendimizi izliyormuşuz hissi veriyor. Kendimizi, yakınlarımızı veya yakınlarımızdan geçen aslında hiç tanımadıklarımızı… Türk öykücülüğü içinde şahsına münhasır yerini şimdiden alan Ömer Arslan, bize bildiğimiz bir yolda kaybolmayı öğretiyor. Gerisi kaybolmaktan korkmayan okura kalmış
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kitap özeti, kitap,yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, kitap oku, bedava kitap