Kitap Özetleri, Kitap Özeti / E-Kitap - E-book
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, kitaplar, yeni çıkan kitaplar, romanlar, hikayeler, yazarların hayatları, biyografiler, kitap oku,Sesli Kitap bedava kitap - Kitap Alıntıları
Translate
İzleyiciler
6 Nisan 2025 Pazar
Alışmadık Alışmayacağız: "Bir kalemin sorumluluğu" Levent Ersin Orallı yazdı
Kitap Özeti : Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi - Yuval Noah Harari
Giriş
Bu yazıda Yuval Noah Harari’nin kitabı Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi[1]’nin bir özetini ve eleştirisini yapacağız. Bu kitap son yıllarda büyük ses getirmiştir: Uzun zaman çok satanlar listelerinde kalmış, birçok “saygı değer” insandan övgü almış ve türümüzün geniş kesimlerce kabul gören uzun dönemli tarihine dönüşmüştür. Harari kitabını türümüzün tarihinin değer yargıları tarafından çarpıtılmamış, tarafsız, nesnel ve bilimsel bir örneği olarak sunmak istemekte ve kamuoyunun büyük bir kısmı da bu iddiayı yutmuş gibi gözükmektedir. Ancak Sapiens, teknolojik gelişme ile ilgili o bilindik idealist ilerlemeci anlatının güncellenmiş bir versiyonundan fazlası değildir: Homo sapiens, kendine özgü bilişsel yetenekleri sayesinde, gittikçe daha gelişmiş teknolojiler icat etmekte ve kendisini Tanrı’ya, Homo deus’a dönüştürme yolunda ilerlemektedir.
1. “Bilişsel Devrim”
Harari Homo Sapiens’in bir zamanlar Dünya’da yalnız olmadığını hatırlatarak anlatısına başlıyor. 10.000 yıl gibi kısa bir zaman öncesine kadar dahi Dünya üzerinde başka Homo türleri vardı ve bu türler de insandı. Yaklaşık 2 milyon yıl önce arkaik insan türleri Afrika’yı terk etti ve diğer kıtalar üzerinde yayılmaya başladılar. Gittikleri yerlerde başka insan türlerine dönüştüler. En azından altı farklı insan türü bulunmaktaydı.
Homo türlerinin belirleyici özelliği büyük beyinlere sahip olmalarıydı. Büyük beyinler sahiplerine çeşitli avantajlar getirirler, fakat bu beyinleri beslemek için gerekli olan yüksek enerji miktarı gibi dezavantajları da beraberinde getirirler. Harari, insan türlerinin neden büyük beyinler geliştirdiğinin sebeplerini açıklamıyor. Bunun neden olduğunu açıklamaya çalışan çeşitli teoriler bulunmaktadır (cinsel seçilim, alet kullanmanın ve avcılığın hızlandırıcı etkileri gibi), fakat Harari bu sorunun cevabını tam olarak bilmediğimizi söylemekte haklıdır. Bir diğer insana özgü özellik iki ayak üzerinde yürümektir. Bu iki özellik insanların gelişmelerini henüz tamamlamadıkları çok erken bir zamanda doğmalarını zorunlu kılmaktadır. İnsan bebekleri oldukça çaresiz ve tamamı ile yetişkinlere bağımlı bir şekilde doğmaktadırlar. Bu durumun insan gruplarının sosyal ve ailevi yapılarında çok büyük sonuçları olmuştur. Kadınlar kendi başlarına bebekleri yetiştiremezler. Kabilenin diğer üyelerinin getirdiklerine ve korumasına ihtiyaç duyarlar. Bu zorunluluk insanların sosyal kabiliyetlerinin gelişmesine sebep olmuştur.
Homo türlerinin besin zincirindeki pozisyonu, yakın zamana kadar, ortalarda bir yerde olmuştur. İnsan türü en üstteki noktaya çok hızlı bir şekilde çıkmıştır. Bu sebeple, ne eko-sistemler ne de insanların kendisi bu gerçekliğe yüzde yüz adapte olabilmişlerdir. Buna karşılık, aslanlar ya da köpek balıkları en üst seviyedeki avcı pozisyonuna milyonlarca yıl süren bir süreç sonucunda ulaşmışlardır. Ateşin ehlileştirilmesi ve alet kullanımı insanların besin zincirinin tepesine çıkmasındaki anahtar gelişmeler olmuştur.
Harari’ye göre, tüm bu özelliklerine rağmen (büyük beyin, iki ayak üzerinde yürümek, taş aletler kullanmak ve ateşin ehlileştirilmesi) insanlar 70.000 yıl öncesine kadar marjinal canlılar olarak kalmışlardır. Harari’nın burada kastettiği şey insanların Dünya’nın eko-sistemlerinde dominant bir pozisyonda bulunmamasıdır. Yaklaşık 70.000 yıl önce Homo sapiens Afrika’nın dışına doğru yayılmaya başlamıştır. Bu yayılma diğer Homo türlerinin dünya çapında yok olması ile aşağı yukarı aynı zamanda gerçekleşmiştir. Diğer Homo türlerinin neden ortadan kalktığını açıklamaya çalışan iki temel teori bulunmaktadır. Bunlardan biri “Irk Karışımı Teorisi” diğeri ise “Yerine Geçme Teorisi”dir. Bunlardan ilkine göre, Homo sapiens, karşılaştığı diğer Homo türleri ile melezleşmiş ve onlarla birlikte tek bir popülasyonda kaynaşmıştır. Diğer teoriye göre Homo sapiens, ya onları doğrudan öldürerek ya da daha efektif avlanma ve toplama yöntemleri ile yaşadıkları habitatların dışına sürerek diğer insan türlerinin yok olmasına sebep olmuştur.
24 Mart 2025 Pazartesi
Perçemli Sokak – Oktay Rifat
1 Mart 2025 Cumartesi
Atlantis efsanesinin gerçekliği
Atlantis efsanesini Antik Yunan filozofu Platon yarattı. Peki ama bu efsane neden 2.000 yıl sonra bile hala popüler?

Antik Yunan filozofu Platon’un eseri, insanlığın durumu hakkında bu kadar çok gerçeği içermeseydi, kendisinin adı yüzyıllar öncesinde unutulacaktı.
Fakat en ünlü hikayelerinden birini oluşturan ve antik Atlantis Uygarlığı’nın korkunç yıkımı ile ilgili anlatımı neredeyse tamamen gerçek dışı. Öyleyse, Platon’un ölümünden sonra, 2.300 yıldan fazladır neden tekrar tekrar gündeme geliyor?
Platon, Atlantis’in hikayesini yaklaşık MÖ 360 yıllarında anlattı ve bu medeniyetin kurucularının yarı tanrı yarı insan olduğunu söyledi. Onlar ütopik bir medeniyet yarattılar ve büyük bir deniz gücü haline geldiler. Ülkeleri geniş hendekler ile ayrılmış ve merkeze uzanan bir kanal aracılığı ile birbirine bağlanan adalardan oluşuyordu. Bu yemyeşil adalar; altın, gümüş ve diğer değerli metalleri içeriyordu ve olağanüstü bir bolluk ile egzotik vahşi bir yaşam sağlıyordu. Merkez ada üzerinde büyük bir başkent vardı.
Atlantis’in Akdeniz’de, İspanya açıklarında, hatta Antarktika’nın altında olduğu ile ilgili birçok teori var. Albany New York Eyalet Müzesi’nde tarih küratörü Charles Orser, “Haritada rastgele bir nokta seçseniz, Atlantis’in orada olduğunu iddia eden birileri oldu. Aslında insanın hayal edebileceği her yer olabilir.” diyor.
Platon, Atlantis’in kendi zamanından yaklaşık 9.000 yıl önce var olduğunu ve bu uygarlığın hikayesinin, şairler, rahipler ve diğerleri tarafından aktarıldığını söyledi. Fakat Platon’un Atlantis hakkındaki yazıları, uygarlığın varlığına dair bilinen tek kayıt.
Muhtemelen Gerçek Olaylara Dayanıyor
Çok az sayıda akademisyen Atlantis’in gerçekten var olduğuna inanıyor. 1985’te Titanik batığını bulan okyanus kaşifi Robert Ballard, “Nobel ödüllü hiç kimse Platon’un Atlantis hakkında yazdıklarının doğru olduğunu söylemiyor” diyor.
Yine de Ballard, tarih boyunca Atlantis’in yıkım hikayesine benzeyen bir olayın daha yaşanmış olmasının yanısıra, sel felaketleri ve volkanik patlamalar meydana geldiği için Atlantis efsanesinin mantıklı olduğunu söylüyor.

Yaklaşık 3.600 yıl önce devasa bir patlama, Ege Denizi’nde Yunanistan yakınlarındaki Santorini adasını yok etmişti. O zaman Santorini’de son derece gelişmiş bir topluluk olan Minoslular yaşıyordu. Minos Medeniyeti, volkanik patlama ile yaklaşık aynı zamanda aniden ortadan kayboldu. Fakat Ballard, Santorini’nin Atlantis olduğunu düşünmüyor. Çünkü adadaki patlamanın zamanı Platon’un Atlantis’in yerle bir olduğunu söylediği zamana denk gelmiyor.
23 Şubat 2025 Pazar
Yetinmek!

Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde yaşlı bir çiftin evi geçenlerde yandı, bir tek canlarını kurtarabildiler. Türkiye genelinde yaşlı çift için yardım kampanyası başlatıldı ve 2-3 gün içinde hesaplarında 95.000TL para birikti…