Translate

29 Aralık 2015 Salı

'Savaşın en güzeli tiyatro!'


[Haber görseli]Dikmen Gürün'ün kaleminden Yıldız Kenter'in hayatı
'Savaşın en güzeli tiyatro!'
Dikmen Gürün, yaşamı tüm renkleriyle yakalamış ve sahnenin merkezine yerleştirmiş Yıldız Kenter'in dünyasından sesleniyor okurlara. Kenter ve Gürün'le hayat ve tiyatro dedik.
- Yıldız Hanım, Dikmen Gürün'le uzun yıllara varan dostluğunuzdan doğan bu kitap, ortak tiyatro sevdanızın en somut ifadesi hiç kuşku yok ki. Her şey nasıl başladı?
- Dikmen Gürün, yıllardır yazılarını takip ettiğim, beğenerek okuduğum bir eleştirmen. Eleştiriden çok şey öğrenirim. Yerginin de övgü kadar önemli bir misyonu var. Yeter ki bilgili ve karşısındakine, yapılan işe saygılı olsun yazılanlar. Gürün’ün eleştirileri bu iki özelliğe sahip olduğu için önemli benim gözümde. Dostluğumuza gelince; tiyatro gibi ortak bir aşkımız olunca bir yerde kesişecekti yollarımız. Kesişti de. Yıllar önce “Kim bu eleştirmen?” sorusuyla başladı, onun Tiyatro Festivali Yönetmeni olduğu yıllarda gelişti. Sonra, 2013’te bir gün “Hayatınızı yazabilir miyim?” diye sordu. “Seve, seve” dedim ve başladık bu güzel yolculuğa.
Bu kitapta başta Müşfik, Şükran, Kamran olmak üzere tüm sevdiklerimle buluşuyorum ama hasret gideremiyorum. Keşke yanımda olup “Tiyatro Benim Hayatım”ı okuyabilselerdi.
“HEP ÖĞRENCİ OLARAK KALACAĞIM”
- Tüm hayatınıza damgasını vuran duygu ne?
- Biz altı kardeştik. Yaşamak, savaşmaktı. Savaşın en güzelini tiyatroda keşfettim. Sahneye çıkmak, oynamak,

Sinan Sülün'den "Kırlangıç Dönümü"


[Haber görseli]Sinan Sülün'den "Kırlangıç Dönümü"
Aşkın bugünle imtihanı
Sinan Sülün'ü genç bir öykücü olarak ilk kitabı Karahindiba'yla tanımıştuk. Araya çok da uzun bir zaman koymadan bu kez Kırlangıç Dönümü adını verdiği bir romanla çıktı karşımıza Sülün.
Karahindiba'nın yayımlandığı ilk zamanlarda hemen herkesten gelen tepkinin "keşke roman yazsaydı," olduğunu bir kenara koyarsak, Sülün'den gelen bu romanın şaşırtıcı olmadığını söyleyebiliriz aslında. Gerçekten de baktığımızda; gerek anlatımı, gerek karakterlerin derinliği gerekse de kurgunun romana evrilmeye elverişli oluşu, Karahindiba'da okuduğumuz öyküler adına böyle düşünmeye yeter sebepti.
Ancak sonuçta her yazarın kendi yolunu çizdiğini biliyoruz. Bunun, herhangi bir metin için de geçerli olduğunu unutmamak gerek. Behçet Necatigil'in, "şiirlerin bazı yaşları beklediği" mısrasını hatırlıyorsak eğer, bir yazardan gelen verimleri de buna göre tartmak gerektiği kanısındayım. Sözün özü, şunu dile getirmek istiyorum: Karahindiba'daki öyküler, "öykü oldukları için" güzeldi. Aradan biraz zaman geçti. Yazar bu kez bir romanla ifade edebileceğini düşündü kendini. Yani, ona göre romanın vakti gelmişti ve düşündüğü gibi, bir romanla çıktı okurlarının karşısına.
Buna bakarak bize düşen, yazarı yaptıkları üzerinden değerlendirmek.
"Keşke yapsaydı," dediklerimiz üzerinden değil.
Bunlar üzerinden Kırlangıç Dönümü'nün sayfaları arasına uzandığımızda, sonda söylenmesi gerekeni başta söyleyip, iyi bir roman okuyacağımızı söyleyebilirim rahatlıkla.

23 Aralık 2015 Çarşamba

Yalancılar ve Sahtekârlar Ansiklopedisi

Kimse kandırılmak istemez ve kimse sahtekârlık hikâyelerine hayır demez. Sebebi ister sahtekârın yaratıcıyöntemleri ister kurbanların ısrarlısaflıklarıolsun, eğlenceli ve hatta destansıbuluruz ”bizden ırak”yalan dolanları.


Yalancılar ve Sahtekârlar Ansiklopedisi
YALANCILAR VE SAHTEKÂRLAR ANSIKLOPEDİSİinsan olmaya “aldatma ve aldanma”penceresinden bakıyor; dünden bugüne, şöhretliden bilinmeyene, en “doğru”yalanları, en “gerçek”sahteleri, en başarılısahtekârlık vakalarınıbir araya topluyor. Pazardan edindiği askeri

16 Aralık 2015 Çarşamba

Harper Lee'den 'Tespih Ağacının Gölgesinde'


'Tespih Ağacının Gölgesinde', bundan elli beş yıl önce yayımlanan "Bülbülü Öldürmek"in devamı olma özelliğini; önyargılar, haksızlıklar, çatışmalar ve sınıf algısı gibi kavramlar üzerinde, okuru tekrar düşünmeye çağırmasında buluyor. Ancak bakışlar, ilk romandan yirmi yıl ötesine gidiyor ve küçük kız Scout, bir genç kadın olarak tekrar sahne alıyor.


[Haber görseli]Harper Lee'den 'Tespih Ağacının Gölgesinde'
Bülbül hâlâ yaşıyor!
TÜYAP 34. İstanbul Kitap Fuarı zamanında okuma listemize giren pek çok kitaptan biri olan Tespih Ağacının Gölgesinde'nin arka kapağında şöyle bir ifade yer alıyor: "Son yılların en büyük edebiyat olayı."
Kitap arkalarında yazan ve genellikle gereğinden fazla abartılı çıkışların aksine bu ifadenin, oldukça yerinde bir saptama olduğunu, bunun yanında tartışılmaz bir gerçekliği ifade ettiğini söylemeliyim. Nedeni, Tespih Ağacı'nın Gölgesinde'nin; Harper Lee'nin, 1960'ta yayımlandığında ülkesi ABD'de büyük yankı uyandıran, akabinde Pulitzer'le ödüllendirilen, bir yıl sonra da Gregory Peck'in başrolünü oynadığı bir filmde beyazperdeye aktarıldığında Oscar alan romanı Bülbülü Öldürmek'in devam hikâyesi olması. Bir romanın devam hikâyesinin böylesi "büyük bir edebiyat olayına" dönüşmesinin nedeni ise Tespih Ağacının Gölgesinde'nin, ilk roman Bülbülü Öldürmek'ten tam 55 yıl sonra gelmesi.
Bülbülü Öldürmek, yayımlandığında satış rekorları kırdı, çok konuşuldu, birçok başarı elde etti ve daha düne kadar Harper Lee'nin ilk, aynı zamanda tek romanı olarak kaldı; kabul. Ancak gerçek başarısını ve biricikliğini pek çok insanın yaşamına girerek, pek çoğunun da yaşamını değiştirerek kazandı. Bülbülü Öldürmek, ilk yayımlanışının üzerinden 55 yıl geçmiş olmasına karşın bugün hâlâ okunuyor ve insanların yaşamını değiştirmeye devam ediyor.
Tespih Ağacının Gölgesinde, bir devam hikâyesi olarak tam da bu nedenle önem kazanıyor.
Harper Lee bir anlamda, okurların yaşamlarında ayrıcalıklı bir yer edinmeye farklı bir pencereyle devam etmek

Bekir Bülend Özsoy'un yeni kitabının adı “Savaşın Generalleri, Generallerin Savaşı”.


Bekir Bülend Özsoy / E Yayınları
[Haber görseli]Özsoy ikinci kitabında yine 2. Dünya Savaşını ele alıyor fakat bu sefer özellikle askeri ve politik anlamda komuta kademesi içindeki ilişkilerin savaşın seyrini değiştirmeye yönelik çok farklı stratejilere yol açtığını; bir çoğu Dünya askeri tarihine geçmiş olan 13 generalin gerek kişisel gerekse de taktiksel anlamda ayrıntılı özelliklerini okuyucularıyla paylaşıyor.
Savaş sahnesinde karar verici olmanın getirdiği sorumlulukları taşıyabilmek için ne denli bir karaktere sahip olmak gerekliliğini; askeri alanda alınan eğitim ve öğrenimin yanında önsezi, kararlılık, iletişim ve aklıselim özelliklerinin gerek ateş hattında gerekse de masa başında ne kadar hayati olduğunu her bir generalin çarpıcı hikayelerinde görmemiz mümkün.
Kısaca bahsetmek gerekirse ciddi bir tarih okurunun kaleminden çıkan bu kitap; Dwight Eisenhower'dan Erwin Rommel'e, George S. Patton'dan, Isokuru Yamamoto'ya, Georgy Zhukov'dan Karl Heinz Guderian'a savaş sanatının inceliklerini gösteren generallerin sadece düşmanla değil kendi saflarında da amansızca savaştıklarını gösteriyor.
E-Kitap - E-book :kitap özetleri, kitap özeti, yeni çıkan kitaplar,Bekir Bülend Özsoy'un yeni kitabının adı “Savaşın Generalleri, Generallerin Savaşı”.  romanlar, hikayeler, biyografiler, kitap oku, bedava kitap

15 Aralık 2015 Salı

İngiltere'nin gelmiş geçmiş en iyi 10 romanı

Image copyrightGetty
İngiltere’de yazılmış gelmiş geçmiş en iyi romanlar hangileridir?
BBC Kültür sitesi, dünyanın farklı ülkelerinden 82 edebiyat eleştirmeni ile görüşerek İngiltere’nin en iyi romanları konusunda düşüncelerini sordu.
İşte yabancıların gözüyle İngiltere'nin en iyi 10 romanı...
Image copyrightWikipedia
10. Gurur Dünyası (Vanity Fair, William Makepeace Thackeray, 1848)
Bazı eleştirmenler Thackeray’in bu tek eserinin hak ettiği değeri görmediği kanısında. Fakat bu 1847-48 dönemini anlatan ve bazılarınca sıkıcı bulunabilecek uzun roman, İngiliz literatürünün en iyi tasvir edilmiş olumsuz kahramanını içerir. Sınıf, sınıf atlama isteği ve

29 Kasım 2015 Pazar

Diyojen ve Diyojen Sendromu

hoarding
  1. Giriş
İstifçilik yani compulsive hoarding, kontrollü veya kontrolsüz biriktirme, efemeraveya dispozofobi veya messie sendromu, sanat veya sefalet. İstifçi her zaman bir koleksiyoner olmayabilir. Bir koleksiyoner de daima sanatsal değeri olan gereçleri biriktirmeyebilir. Bir koleksiyoner pekâlâ Diyojen olabilir.
İstifçiliğin akla ilk getirdiği, çöp ev vakalarıdır. Çöp ev yani domestic squalor,genel kabul görmüş

Hadîkatü’s-süedâ – Fuzuli

fihi ma fih

Hadikatü’s-Süada , Fuzûlî’nin Azerice mensur/manzum bir eseri olup Kerbela Olayı’nı ve İmam Hüseyin’i anlatan Anadolu Aleviliği’nin temel yapıtlarından biridir.
Müslümanlar tarafından İslâm tarihi boyunca büyük bir üzüntü ile hatırlanan Kerbelâ olayını

25 Kasım 2015 Çarşamba

George Saunders, “Phil'in Dehşet Verici Kısa Saltanatı”


[Haber görseli]George Saunders'ın novellası
Beyni hendeğe düşen tiran
İç içe geçmiş iki ülke düşünün: İç Horner ve Dış Horner. İç Horner, sadece bir vatandaş alabilecek büyüklükte, geri kalanlar oraya girebilmek için kuyrukta beklemek zorunda. Dış Horner ise görece kalabalık ve orada, güç bağımlısı bir diktatör yaşıyor, adı Phil.
Aslında tek ülke olan İç Horner'la Dış Horner'ın birleşimi, bütün vatandaşların aynı anda sığamayacağı bir coğrafyaya işaret ediyor. George Saunders'ın Phil'in Dehşet Verici Kısa Saltanatı adlı novellası, tam da burada hayat buluyor.
“ASIL BEYİN SORUNU YAŞAYAN BU SALAKLAR”
Saunders, romanı ilkin bir çocuk kitabı olarak tasarlamış. Ama bakmış ki işin içine politika ve hiciv giriyor, birden dümen kırıp büyüklere seslenmeye karar vermiş. Phil de kervan yolda düzülür misali, yazdıkça kendini bulmuş.
Phil'in acıklı bir geçmişi var! Pek kimsenin ciddiye almadığı, huysuz ve orta yaşlı, kendi halinde bir Dış Hornerlı. Gel zaman git zaman kendisine “akıl” verenler sayesinde, ülkesine taşan İç Hornerlıları vergiye bağlayıp güçlenmeye başlıyor, daha doğrusu güçlendiriliyor. “Danışmanlarının” bir dediğini iki etmiyor anlayacağınız. Bu arada hayatının aşkı tarafından refüze edilince aksiliği artıyor ve beyni hendeğe yuvarlanıp gidiyor. Yüce Tanrı'nın bir lütfu olan güzel ülkesi üzerine daha çok eğiliyor haliyle. Millî duyguları kabarıyor, ülkesini “korumak

20 Kasım 2015 Cuma

İş Dünyasına Filozofça Öneriler Kitap Dizisi

 [Haber görseli]
Ekonominin, iş dünyasının zorlukları giderek artıyor. Hele yöneticilerin işleri daha da zorlaşıyor. Pek çok bilinmeyenin baskısı altında ilerlemeye, işlerini geliştirmeye çalışıyorlar. Peki, bu süreçte, özellikle de önemli kararlar alırken yanı başlarında bir filozof olsa ve gerektiğinde danışsalar, fikirlerinden yararlansalar, nasıl olur?
İşte bu görüşten yola çıkan Almanlar felsefeye olan düşkünlüklerine de uygun olarak, parlak bir iş kitabı dizisi

Murathan Mungan'dan 'Harita Metod Defteri'

[Haber görseli]Murathan Mungan'dan 'Harita Metod Defteri'
'Büyümek gurbete çıkmaktır'
İnsanın en güçlü tarafı nedir diye sorulacak olsa fazla düşünmeden "hafıza" yanıtını verebilirim kendi adıma. Birçok kişi için de aynı yargının geçerli olduğunu varsaymak ise şaşılacak bir durum olmasa gerek. Şaşırmamız gerekenler bu sorunun tam tersi sorulduğunda başlıyor bence. Yani, insanın en güçsüz tarafı nedir diye sorulduğunda da "hafıza" yanıtı aldığımız anda.
İnsanı yaşatan hafızası, kabul ancak yine aynı hafıza, yaşama direncimizi kırıp meydana gelenler karşısında yıkılmamıza neden olabiliyor. Ya da yine aynı hafıza, bizi derin kederlere sürüklediği gibi dünyanın en mutlu, en şanslı insanıymış gibi hissetmemize neden olabiliyor.
Tam bu nedenle insanın en güçlü ve en zayıf yanını yansıtır bize hafıza. İnsanın zehridir ve aynı zamanda panzehri. Düğünü ve cenazesi, başlangıcı ve bitişi, yası ve şöleni...
Derin bir uçurum olabileceği gibi aynı şekilde karşı kıyıya geçerken bir köprü de olabiliyor hafıza ve biz hafızadan bahsederken çocukluk, bu köprünün her zaman başını tutuyor. Çocukluk, çok özel bir zemine oturmasının yanında, gelecekteki yaşamımızda bizi tökezletecek ya da yaşamın getirdiklerine karşı daha dik durabilmemiz için omuz veriyor. Bundan olsa gerek; her insanın yaşamında çok özel bir yer kaplıyor. Çocukluğun "özlenen ülke" olarak adlandırılması, çok zor geçirilse dahi bu zorluklardan çok daha farklı bir biçimde alımlanması, herkesin çocukluğundan bahsederken tatlı bir heyecanın rüzgârına kapılması da bundan.
İnsan nasıl besleniyorsa çocukluktan aynı şekilde besini insan olan edebiyat da aynı derecede çocukluğun etkisi altında kalıyor. Ne kadar katılırsınız söyleceklerime bilmem ama pek çok yazarın, çocukluğuyla yazı aracılığıyla hesaplaştıktan sonra farklı meselelere dalabildiğini düşünüyorum. Tüm bir yazın hayatını çocukluklarında geçiren yazarlar da yok değil elbet ama atlanması, geride bırakılması gereken bir eşikmiş gibi geliyor bana hep çocukluk ve kendine has bir evren olma özelliğini her daim koruyor.
Murathan Mungan da hafıza üzerine düşünen yazarlardan biri olarak bu evreni zaman zaman ziyaret ediyor.

Dahi Bir Polisiye Yazarı: Agatha Christie

Dahi Bir Polisiye Yazarı: Agatha Christie

20. yüzyılın en iyi polisiye yazarlarından biri, İngiliz yazar Agatha Christie ile ilgili bilgileri derledik.

Tam adı Agatha Marry Clarissa Miller Christie Mollowan olan yazar, Hercule Poirot karakterinin yaratıcısıdır. Yazar aynı zamanda Mary Westmacott takma ismi ile aşk romanları da yazmıştır. Ama ona ününü sağlayan, yazdığı 80 polisiye romanıdır.
Küçük yaşlarından beri okumayı çok seven Agatha Christie, dislektik olmasına rağmen iyi bir okuyucuydu. Fransa'da yaşadığı dönemde okuduğu polisiye romanlarından daha iyilerini yazabileceğini düşünerek ilk polisiye romanı "The Mysterous Affair at Styles" adlı romanı yazdı. Birkaç yayınevi tarafından reddedilen romanı 1920'de Bodley Head Yayınevi tarafından kabul edildi. Bu eser Hercule Poirot'lu ilk eseriydi.
Zekası, esprili kişiliği, keskin kişiliği ve Avrupa inceliği ile harmanlanan Belçikalı karakter, hem kendine hem de yazar uluslararası bir ün kazandırdı. Yazar ayrıca Miss Marple adında yaşlı ve amatör bir dedektif karakter daha yarattı. Bu karakter de çok sevildi.
Hayranlarınca her kitabı beğenilen Agatha Christie'nin "On Küçük Zenci" isimli kitabı, polisiye romanları arasında klasikler arasında yer alır.
Yazarın ilginç ve hala meçhul olan bir anısı vardır: 1926'da 11 gün ortadan kaybolan yazar, bütün aramalara rağmen bulunamaz. Arabası göl kenarında bulunan yazarın arabası ağaca çarpmış ve bavulu dağıtılmış şekilde bulunur. Olaya kaza süsü verilmek istendiği konusunda teoriler üretilse de yazar bir anda ortaya çıkar ve bu konu ile ilgili hiçbir açıklama yapmaz. Kimilerine göre yazar geçici bir hafıza kaybı yaşadı; kimilerine göre ise kocasının sevgilisini öldürmek için bir yerlere gitti. Ama olay çözümlenemedi.

3 Kasım 2015 Salı

Tüm zamanların en iyi çocuk kitapları


Image copyrightGetty
Bugüne kadar İngilizce yazılmış en iyi çocuk kitapları hangileridir?
Dünyanın her tarafından onlarca edebiyat eleştirmenine sorarak bu sorunun yanıtını bulmaya çalıştık. 10 yaş altı çocuklar için İngilizce yazılmış en iyi kitapların listesini yapmalarını istedik. 151 kitabın adı geçti. Bunlar içinde en fazla tekrarlanan 11 kitabın listesini derledik.
Image copyrightHarper

11. Küçük Ev (Little House on the Prairie) (1935) - Laura Ingalls Wilder

Wilder’in 19. yüzyıl Amerikan vahşi batısını anlattığı dokuz klasik romanı kendi çocukluğundan esinlenmiştir. Küçük Ev adlı kitabı televizyona da uyarlanan Wilder, Wisconsin’de bir ormanda inşa edilen ahşap bir evde anne ve babası ile iki kız kardeşi ve

31 Ekim 2015 Cumartesi

Celil Oker'in yeni polisiye romanı “Sen Ölürsün Ben Yaşarım”

Celil Oker'den “Sen Ölürsün Ben Yaşarım”
[Haber görseli]'Katiller de tuhaf maktuller de!'
Celil Oker'in yeni polisiye romanı “Sen Ölürsün Ben Yaşarım”da, dedektif Remzi Ünal, Hisarüstü'nde yaşayan ihtiyar bir çifte, büyük bir inşaat firmasının şantiyesinde kaza geçiren oğullarının hak mücadelesinde yardım etmek üzere yeni bir maceraya koyuluyor. Roman, mahalleleri rant hırsıyla birer birer beton yığınına çevrilen İstanbul'un devcil binalarının arasında, sıkışık trafiğinde ve acımasız iş dünyasında geçiyor. Memleketimizden, yıkılan kent ve ayrı dünyalardan insan manzaraları eşliğinde gelişiyor. Kentsel dönüşüm adı altında dönen dolaplar, para ve siyasetin kirli işbirliği götürüyor parmakları tetiğe bu kez. Oker'le “Sen Ölürsün Ben Yaşarım”ı konuştuk.
- Kentsel tahribatın insanlar ve siyaset üzerindeki tahribatla birebir ilerlediği, peteğinde çürüşen, yozlaşan toplum değerlerine ve sosyal tespitlere çok daha dikkat kesilen bir roman Sen Ölürsün Ben Yaşarım. Polisiyeyi küresel

29 Ekim 2015 Perşembe

Perde Arkasından Fısıldamak: Cyrano de Bergerac

Cyrano De Bergerac aşkı ve fedakârlığı en iyi anlatan tiyatro metni olmasına rağmen 2000’lerin “Ben” merkezli dünyasında ütopyadan ibarettir.

Cyrano de Bergerac
 
CYRANO DE BERGERAC
YAZAN: Edmond Rostand
YÖNETEN: Mehmet Birkiye
ÇEVİREN: Sabri Esat Siyavuşgil
DRAMATURG: Başak Erzi
MÜZİK: Tolga Çebi
SAHNE TASARIMI: Barış Dinçel
IŞIK TASARIMI: Murat İşçi
KOREOGRAFİ: Alpaslan Karaduman
EFEKT: Ersin Avşar
MAKYAJ: Derya Ergün
OYUNCULAR: Yiğit Sertdemir, Ayşecan Tatari, Tanju Girişken, Özgür Dağ, Cem Karakaya, Murat Bavli, Çiğdem Gürel, Cem Uras

Cyrano kılıcı, şairane konuşmaları ve burnuyla ün salmış bir silahşördür. Bir temsil sırasında

24 Ekim 2015 Cumartesi

Dahi Bir Polisiye Yazarı: Agatha Christie


Dahi Bir Polisiye Yazarı: Agatha Christie

20. yüzyılın en iyi polisiye yazarlarından biri, İngiliz yazar Agatha Christie ile ilgili bilgileri derledik.

Tam adı Agatha Marry Clarissa Miller Christie Mollowan olan yazar, Hercule Poirot karakterinin yaratıcısıdır. Yazar aynı zamanda Mary Westmacott takma ismi ile aşk romanları da yazmıştır. Ama ona ününü sağlayan, yazdığı 80 polisiye romanıdır.
Küçük yaşlarından beri okumayı çok seven Agatha Christie, dislektik olmasına rağmen

7 Yazar Ve Eseri

Keşke Okusaymışım Diyeceğiniz 7 Yazar Ve Eseri

Eğer Okumadıysanız Ve Kitap Okumaya İhtiyacınız Varsa Okunması Gereken Yazar ve Kitapları

1. Oğuz Atay Tutunamayanlar

Oğuz Atayın Tutunamayalar adlı romanını anlatmaya ne kelimler yeter nede ifadeler. Okurken ben kitabı daha önce niye okumadım dedirtecek bir eser. İnsanın hayatının akışına etki eden çok harika bir eser.

13 Ekim 2015 Salı

Dilek Neşe Açıker’in yeni romanı “Gündüz Kelebeği”


[Haber görseli]Evladıma Miras Bu Sevda ve Denizin Hikâyesi kitaplarından da tanıdığımız yazar Dilek Neşe Açıker bu kez “Gündüz Kelebeği” isimli romanı ile karşımızda. Yitik Ülke Yayınları’nca yayımlanan roman, 80’li yıllarda başlayan ve günümüze kadar gelen bir hikâyeyi okuyucu ile buluşturuyor.
Sislere gömülen bir ada, Samatya ‘da bir kahve ve kusursuz görünen evlerin kalın duvarları arasına gizlenen hayatlar... Gündüz Kelebeği, farklı nedenlerle sessizliği seçen karakterlerin birbiri içine geçmiş hayatlarını, çelişkilerini ve değişimlerini anlatan bir roman.
Sevdiği adam uğruna sessizliği seçen İnci, paranoyaları ve tutkuları arasında "düzen" dediği hayatı sürdürmeye çalışan Fuat, yolunu kaybeden Ali, yıllar boyu sırlarla yaşamanın ağır yükünün acısını sevdiği herkesten çıkaran Mukaddes. Her biri iyi ile kötü arasındaki sınırı aşmamak için mücadele ederken yenilen yalnız insanlar.
“Gündüz Kelebeği”, Dilek Neşe Açıker, roman, 326 sf,  Ekim 2015, Yitik Ülke Yayınları, 22 TL
DİLEK NEŞE AÇIKER
3 Ocak 1972’de İstanbul’da doğan yazar Dilek Neşe Açıker 1995 yılın İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet

28 Eylül 2015 Pazartesi

Slavoj Žižek “Hiçten Az”


“Hiçten Az”, politika hakkında çok fazla konuşan, sinema, edebiyat ve sanatın her dalına dair söyleyecek çok fazla sözü olan, söylemleriyle, girdiği tartışmalarla magazinin bir parçası, bir pop ikonu haline getirilmeye çalışılan bir felsefecinin, hiç de değişmeden, yürüdüğü yoldan başka bir yere sapmadan, takıntılarından vazgeçmeden kendini tekrar hatırlatma eseri. Cem Tunçer'in değerlendirmesi...
[Haber görseli]Slavoj Žižek'ten “Hiçten Az”
Hegel, Lacan ve diğer ölümcül şeyler
Şüphesiz Žižek çağımızın en önemli, en provokatif, en “yamuk bakan” düşünürü. Yazdığı, söylediği, konuştuğu her şey artık olay olan, özel hayatıyla bile gündeme sıkça gelen bir tuhaf adam. Fikirleri ve açıklamalarıyla felsefeye yön veren, Fransız post-yapısalcı felsefeciler; Foucault, Derrida, Deleuze ile adı bir anılan, kıta felsefesi, edebi ve kültürel incelemeler, sinema eleştirisi gibi alanlarda adını

E. M. Cioran’dan “Gözyaşları ve Azizler”


[Haber görseli]E. M. Cioran’dan “Gözyaşları ve Azizler”
Yeniden doğan Cioran
Dünyada iz bırakan fikir insanlarının, bu noktaya büyük acılardan geçerek geldiğine dair bir kabul var. Elbette bunun doğruluğu ya da yanlışlığı tartışılır. Ancak var olan kötülüğe kafa yoran pek çok fikir insanının, acı çektiği ve oradan hareketle zemini sağlam düşünceler ürettiği âşikâr. Kısacası bu bir döngü; acıdan düşünce üretmek, fikir üretirken acı çekmek… 
Emil Michel Cioran’ın “kanlı şaka” dediği ve kötülüğün yinelenmesine dayanan yaşamda insan, hem çarmıha gerilir hem de karşısındakini çarmıha germek için can atar. Cioran’ın bu bakış açısı, ilk anda çok karamsar görülebilir, belki de öyle. Peki, Cioran buraya nasıl varmış olabilir? Onun bunalımlı ve melankolik hali, aynı zamanda insanın başına gelenleri yerli yerine oturtma anlamında bir çıkış noktası yakalamasını sağlar. Yani Cioran’ı gamlı bir bilge yapanın, yaşadığı acılar olduğu ortaya çıkar.
Cioran, insanın karanlık ve gerçek tarafına eğilmeyi tercih ediyor. Acıya yukarıdan bakanları bir köşeye koyup onların yaptığının tersine seviyeyi eşitleyerek duruma eğiliyor. Onun yüzündeki tuhaf gülümseme de bundan kaynaklanıyor; acıyı anlamak, kuşkulu bir tebessümü de doğuruyor.
Hayatı anlaşılmaz kılan herkese ve her şeye (din, ideoloji, siyaset vb.) karşı tavır alan Cioran, eşyanın krallığını da reddediyor. Kayıtsızlığın sularında özgürce yüzen Cioran’ın narsist bir tavır takındığı düşünülebilir ama aslında kendi gerçekliğini kurmaya çabalıyor. Önemsediği “şimdi”, onun bitiremediği cümlelerinin; anlatımını noktalayıp rahata eremeyişinin başta gelen nedeni. Bu durum, Cioran’ı dikkatle okuyanlarda ister istemez gerilim yaratır çünkü yazdığı her satırda kara mizahla dolu bir öfke patlamasıyla yüzleşiriz ve bu, Cioran’ın çıkış noktasını oluşturur. Ona göre gerçek filozof ve sanatçıları da benzer bir öfke besler.
Cioran’ın kullandığı öfkeli, acı dolu ve mizahi dil, aslında insanları uyandırmayı, farkındalık yaratmayı ve

Carol Dyhouse'dan “Gösteriş – Kadınlar, Tarih, Feminizm”



[Haber görseli]Carol Dyhouse'dan “Gösteriş – Kadınlar, Tarih, Feminizm”
Gösteriş: Ataerkil tuzağa düşüşün simgesi mi, yoksa bir başkaldırı mı?
Britanyalı sosyal tarihçi Carol Dyhouse “Gösteriş” başlıklı bu kitabında dikkatini kadınlığın, kadın bedeninin kamusal alanda sergilenmesine çeviriyor. Yüz yıl içerisinde ünlü olmuş şarkıcı ve aktristlerin ikonik fotoğraflarıyla, eski reklamların afiş ve metinleriyle, bahsedilen dönemleri yansıtan fotoğraf ve görsellerle donatılmış kitap, bakışını 20. yüzyıla ve tüketim çağı kültürüne odaklayarak kadın kimliğinin tarihsel gelişiminin incelenmesine katkıda bulunuyor.
Feminizm ve sosyo-kültürel tarih üzerine çalışmalarıyla tanınan Carol Dyhouse’un ses getiren kitabı Gösteriş - Kadınlar, Tarih, Feminizm, geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Kitap, ismiyle müsemma, daha kapağından başlayan bir cezbedicilikle karşılıyor okuru ve bir zaman tüneline daldırıveriyor. Sussex Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Dyhouse yolculuğu 1900’lerden başlatarak 90’lı yılların sonuna doğru ilerletirken biz de “Gösteriş ne menem bir şeymiş!” diyerek yüksek tempolu bir okuma serüvenine girişiyoruz.
Şaşaa, debdebe, ihtişam… Gösteriş yerine belki de bu kelimelerden birini seçebilirdik. İngilizcedeki (ve aynı zamanda kitabın orijinal adı olan) glamour kelimesi için ilk bakışta hepsi de uygunmuş gibi gözüküyor. Glamour, bugüne kadar üzerine özellikle düşünmemiş olanlar için olumlu bir çağrışıma sahipken Türkçede gösteriş daha olumsuz şeyleri çağrıştırıyor; caka satmayı, gösteriş yaparak görgüsüzlüğünü dışa vurmayı, sonradan görmeliği akla getiren anlamlara da sahip. Ancak Carol Dyhouse, hem gösteriş kelimesinin işaret ettiği anlamın hem de gösterişin içeriğinin onyıllar içinde ne kadar değiştiğini gösteriyor bize. Okudukça anlıyoruz ki, ne ABD’de ne de Britanya’da gösteriş her zaman olumlu karşılanmış. Gösterişin buralarda da “klas olmayan”la, “kafa tutan”la, “dikkat çekmeye çekinmeyen”le bir bağlantısı var. Ve elbette, konu gösteriş olunca odağa yerleştirilmiş olan kadınlar var, lüks var, tüketim var.
MODERN GÖRÜNMEK, İFFETSİZ BULUNMAK
Yoğun bir sanayileşmeyle birlikte, -başta İngiltere olmak üzere- bütün Avrupa, şehirlere yönelen göç dalgaları,

2 Eylül 2015 Çarşamba

Josephine Tey'den “Zamanın Kızı”


[Haber görseli]Josephine Tey'den “Zamanın Kızı”
'Tarih Palavradır!'
Zamanın Kızı, ilk baskısını 1951 yılında yapmış ve yazarı Josephine Tey’in dedektif kahramanı Alan Grant’ın maceralarını anlattığı beşinci kitabı.
Josephine Tey’in asıl ismi Elizabeth Mackintosh, 1896 -bazı kaynaklara göre 1897- yılında doğmuş, roman ve oyun yazarı. Çoğunlukla romanlarında Josephine Tey oyunlarında ise Gordon Daviot takma adını kullanıyor. Tey, gazeteciler, fotoğrafçılar ve söyleşilerden kaçınan biri olduğundan hakkında bilinenler daha çok arkadaş çevresinden öğrenilenlerle sınırlı.
Zamanın Kızı’nın kahramanın Alan Grant adlı bir Scotland Yard dedektifi. Grant ilk defa 1929 yılında Kuyruktaki Adam (The Man in the Queue) romanında ortaya çıkıyor. Bu ilk kitap, polisiye kurgu açısından da ilginç çünkü cinayet bir tiyatro kuyruğunda, yani herkesin gözü önünde işleniyor. Zamanın Kızı, yukarıda da belirttiğim gibi Tey’in, Alan Grant’in maceralarını anlattığı serinin beşinci kitabı. Serinin diğer kitapları ise şunlar: 1936’da A Shilling for Candles (Bir Şilinlik Mumlar- bu eser aynı zamanda Alfred Hitchcock’un Yound and Innocent (Genç ve Masum) filmi için de esin kaynağı oluyor.) 1950’de Aşka ve Bilgeliğe Dair (To Love and Be Wise) ve 1952’de Şarkı Söyleyen Kumlar (The Singing Sands).
Zamanın Kızı’nı polisiye edebiyat tarihi açısından önemli kılan unsurlardan biri Tüm Zamanların En İyi Yüz Polisiye Romanı arasında ilk sırayı alması. Bu seçimi yapanlar ise İngiltere merkezli Polisiye Yazarları Birliği. Birlik 1953'te John Creasey tarafından kurulmuş ve şu anda yaklaşık yedi yüz üyesi bulunmakta. Birlik yazarları bu seçimi 1990'da yapıyor. Benzer bir girişim beş yıl sonra Amerikan Polisiye Yazarlar Birliği tarafından yapılıyor ve oranın birincisi Sir Arthur Conan Doyle ve Sherlock Holmes. Her halükârda kazanan İngilizler.
TARİH VE GERÇEKLİK İLİŞKİSİNİN SORGULANIŞI
Zamanın Kızı, tarih ve gerçeklik ilişkisini sorgulayan hatta bizzat tarihyazımıyla alay eden bir roman. Dedektifimiz Alan Grant, serinin bu beşinci kitabında son macerasındaki bir takip olayı sırasında yüksekten düşmüş ve yatalak haldedir. Hastanedeki odasında günlerini çoğunlukla tavandaki şekillerden anlamlar çıkarmaya çalışarak geçirir. İşte tam bu sırada yakın arkadaşı aktris Marta onun yüzlere olan ilgisini bildiğinden Grant’a çeşitli portrelerden oluşan bir resim serisi getirir. Bu yüzler arasında özellikle III. Richard’a ait olanı Grant’ın çok ilgisini çeker. Richard hakkında bildiği kardeşinin iki küçük çocuğunu acımasızca öldürttüğü, saltanat sürdüğü dönemdeki despotluğu gibi söylemler, Grant’ın gördüğü yüz ve bu yüzün onda uyandırdığı etki

Slavoj Žižek'ten “Hiçten Az” ölümcül şeyler

Slavoj Žižek'ten “Hiçten Az”

“Hiçten Az”, politika hakkında çok fazla konuşan, sinema, edebiyat ve sanatın her dalına dair söyleyecek çok fazla sözü olan, söylemleriyle, girdiği tartışmalarla magazinin bir parçası, bir pop ikonu haline getirilmeye çalışılan bir felsefecinin, hiç de değişmeden, yürüdüğü yoldan başka bir yere sapmadan, takıntılarından vazgeçmeden kendini tekrar hatırlatma eseri. Cem Tunçer'in değerlendirmesi..
[Haber görseli]Slavoj Žižek'ten “Hiçten Az”
Hegel, Lacan ve diğer ölümcül şeyler
Şüphesiz Žižek çağımızın en önemli, en provokatif, en “yamuk bakan” düşünürü. Yazdığı, söylediği, konuştuğu her şey artık olay olan, özel hayatıyla bile gündeme sıkça gelen bir tuhaf adam. Fikirleri ve açıklamalarıyla felsefeye yön veren, Fransız post-yapısalcı felsefeciler; Foucault, Derrida, Deleuze ile adı bir anılan, kıta felsefesi, edebi ve kültürel incelemeler, sinema eleştirisi gibi alanlarda adını sıkça duyduğumuz ve duyacağımız biri.
Daha çok, popüler kültüre dair Lacancı okumalarıyla anılan Žižek, felsefeci kimliğinin yanı sıra siyasi kimliğiyle de öne çıkıyor: O bir Marksist. Gezi Direnişi'nden Irak işgaline, 11 Eylül’den Holokost’a, global ekonomik krizlerden Charlie Hedbo saldırılarına dair görüşleri dilden dile dolaşırken yaşanan herhangi bir olağanüstü durumda gözler hemen ona çevriliyor ve bize doğru yolu göstermesi, şimdi yapmamız gereken şeyin ne olduğu gibi bir takım cevaplar bekleniyor kendisinden. Her konuda fikir sahibi olması, kendisine sorulan her soruya cevap vermesi kimi zaman başına iş açıyor olsa da Žižek’in vazgeçemeyeceği tek bir şey var: Konuşmak. Astra Taylor’ın 2005 tarihli belgeseli “Žižek!”te, ünlü düşünür bu konudan da bahseder ve en büyük korkusunun konuşmayı bir an bırakması halinde tüm insanların içinde bir şey olmadığını görebilecek olmasına değinir. Bu yüzden sanki içinde boşluk dışında bir şey olmayan biriymiş gibi davranır ve her zaman hiperaktiftir; sadece insanları büyülemek ve dolu olduğuna ikna