Translate

9 Ocak 2015 Cuma

Ali Teoman – Cafê Esperanza


Erken gelen bir güzün ağdalı hüznünü yaşıyoruz.
*
Yaşam bir oyundur çünkü, özenle oynanan bir oyun.
*
Öyle ya, aşk öyküleri, cinayet öyküleridir aslında, çünkü her aşk aynı zamanda bir cinayettir.
*
Varoluş gerekçesi nedir aşkın?
*
Mutluluğun yalnızlıkla, kesin ve kusursuz yalnızlıkla birlikte gelmesi tuhaf.
*
“Umut için bir eğretileme yapmak gerekseydi eğer, ufuk çizgisindeki mor bulut kümesi derdim,” diyor Xeno, “Ya da kuyruğundaki salkım saçak püskülleri salındırarak uzaklaşan, ipi kopmuş, rengarenk bir uçurtma.”
*
…ha orası ha burası, hiç fark etmiyor: Yaşam her yerde yaşam sonuçta, zaman her yerde akıp gidiyor, ölüm her yerde var.
*
*
Rapazinho’nun tanrıtanımazlığı yalnızca lafta. Bir tür entelektüel etiket onun için tanrıtanımazlık, nasıl ki entelektüel geçinen bir sürü sanatçı bozuntusu için ‘solculuk’ bir etiketse.
*
Dil yalnızca gelgeç bir iletişim aracı benim için, ondan ötesi beni ilgilendirmez.

Kitap Alıntıları: Samuel Beckett – Murphy


“Murphy bütün yaşam bir karmaşa ve bu yığının içinden seçebildiğimiz görüntülerden oluşuyor.”
*
“…Mükemmel bir yaşlı amca. Temiz, sağır ve dilsiz.”
*
“Ama parasız yaşayamayız” dedi Celia.
“Tanrı yardım eder” dedi Murphy.
Tanrı’nın yardımda gösterdiği aşırı ilgisizlik, onları öyle aşırı taşkınlıklara sürükledi ki sonunda sağlıkları da adamakıllı etkilendi bundan.
*
“Paralı asker kaçar, paralı askerdir çünkü.”
*
Samuel Beckett Boulevard St Jacque, Paris, 1985 2
*
“Tutkuların önünde, saygıyla eğilirim” dedi adam.
*
“Ama yalnızca bedensel bir gidişin ne yararı olabilir?” dedi Murphy,
*
“Lanet olasıca kadınların hepsi aynı, sevmesini beceremiyorsunuz, katlanmayı beceremiyorsunuz, katlanabildiğiniz tek duygu, başkalarının sizin için duyumsadıkları, hepsi bu. Piçkuruları ve Tanrını cezası ev işleriyle her şeyin içine sıçmadan, beş dakikalık bir süre için bile sevmeyi bilmiyorsunuz. Ah, nasıl da

Kitap Alıntıları : Andre Gorz – Son Mektup


andre gorz
Yakında seksen iki yaşında olacaksın. Boyun altı santim kısaldı, olsa olsa kırk beş kilosun ve hâlâ güzel, çekici, arzu uyandırıcısın. Elli sekiz yıldır birlikte yaşıyoruz ve ben seni her zamankinden çok seviyorum.
*
Birbirimiz aracılığıyla ve birbirimiz için olduğumuz kişiler haline gelmemizi mümkün kılan bu hikaye oldu.
*
Bize doğuştan verilmeyen dünyadaki yerimizi birbirimiz aracılığıyla birlikte yaratmaya ihtiyacımız

Nuri Pakdil – Büyük Sorgu / Klas Duruş / Kalem Kalesi


(1 – Büyük Sorgu)
büyük sorgu…zaten edebiyat da, çığlık çığlığa dolaşıp duran kendimizi “Gel bakalım hemşerim, nereye gidiyorsun yahu, kendine dön be!” sarsıntısıyla bulabilmenin bir tür pusulası değil midir?
*
“Cart!” : tembelliğin yanına gelen yeni bir tembelliği yırtmak hiç de kolay olmuyor …
*
…soluk soluğa kalıncaya kadar insan koşar.
*
Türkiye’deki insan vicdanlı olabilse, Rusya’daki insan da vicdanlı olabilir, Çin’deki de, İsveç’deki de, Cezayir’deki de, Arjantin’deki de, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki de, Kamboçya’daki de.
*
İnsanlar, Gerçeği, mutlaka öğrenmelidirler.
*
Herşeyin değerini –önem derecesi ne olursa olsun- daima onları yitirdikten sonra anlamışızdır.
*
Yönelişlerin en ayrıcalıklısı, insanın kendi vicdanına doğru olanıdır.
*
Garipliğe en yakın mesafe [doğrudur : garipliğe en yakın mesafe] : muhakkak devrim.

Michel Foucault – Güzel Tehlike



Sonuçta tek gerçek vatan, insanın ayağını basabileceği tek toprak, başın sokabileceği, sığınabileceği tek ev çocukluğundan itibaren öğrendiği dildir.
güzel tehlike*
Şu anda kafamı kurcalayan, on yıldır kurcalamaya devam eden mesele şu: Bizimki gibi kapalı bir kültürde, bir toplumda sözlerin, yazının, söylemin varoluşu nedir? Bana öyle geliyor ki eninde sonunda söylemin var olmasına hiçbir zaman pek önem vermedik. Söylem, şeylerle aramızda duran ve onları görmemizi engellemeyen saydam bir film değildir sadece, olanın ve düşünülenin aynası değildir sırf. Söylemin kendi kıvamı, kalınlığı, yoğunluğu, işleyişi vardır. Ekonomik yasalar gibi söylemin de yasaları vardır. Anıtlar gibi var olur söylem, teknikler gibi, toplumsal ilişki sistemleri gibi var olur.
*
Bence ölümün alternatifi hayat değil, hakikat. Ölümün beyazlığı ve ataleti içinde bulunacak şey, kaybedilmiş hayat ürpermesi değil, hakikatin titiz konuşlanmasıdır.
*
Yazmaya başlamadıkça, yazmak dünyanın en haybeden, en olasılık dışı, neredeyse en olanaksız, en azından hiç bağlılık hissetmeyeceğimiz şeyi gibi görünür. Sonra öyle bir an gelir ki -ilk sayfada mıdır? bininci sayfada mı? kitabın ortasında mı? hiç bilemiyorum- yazmaya tam anlamıyla mecbur olduğumuzu hissederiz.

8 Ocak 2015 Perşembe

Chuck Palahniuk'un yeni romanı: "Anlat Bakalım"

 Chuck Palahniuk yeni kitabı “Anlat Bakalım”da bizi film setlerinin hemen arkasındaki gerçeklere; ışıltılı dünyanın gerisindeki sahteliklere götürüyor. Palahniuk’un başrol ve yardımcı oyuncularına zengin kadro ve türlü senaryolar eşlik ediyor.

 


Haber görseli
Hollywood soslu yalan dünya
Bize arka sokakları, kaybedenleri, kazandığını sanıp yokuş aşağı gidenleri ve kentin “ucubelerini” anlatmaya bayılan Chuck Palahniuk, kafayı ikidir film setlerine, kamera ve oyunculara taktı.
Lanetli’de burnu havada bir aktrisle ünlü işadamının garip kızlarının bizi yeryüzü cehennemine yollayışını işlemişti. Bu kez pılımızı pırtımızı toplayıp Hollywood’a taşınıyoruz: Palahniuk, okuru bir senaryo yazarı ve yönetmen gibi film setlerinin arkasına sürüyor, Katherine Kenton’la tanıştırıyor.
MÜKEMMELLİK ABİDESİNİN DÜŞÜŞÜ
“Hollywood ABD’dir” derler ya her zaman bunu kanıtlayacak, haydi daha insaflı olalım, bu şüpheyi doğrulayacak veriler bir şekilde önümüze geliveriyor. O sahte ama pırıltılı ortam, senaryolar ve hemen herkesi büyüsüne katan kurgu ve beyaz perde, yıldızlar yarattığı gibi vakti gelince onları emekliliğe hazırlayıp getirdiği hızda götürmesini de biliyor. Palahniuk’un yeni kurbanı, pardon kahramanı Katherine Kanton (Bayan Kathie), kaça göçe yaşayan ama başarılı işleriyle zincirlerini hep kırmayı beceren biri. Fakat kapısını zorlayan büyük bir sorunu var: Yavaş yavaş setlerden çekiliyor ya da dışarı itiliyor.
Tabii tüm Hollywood yıldızlarında olduğu gibi Bayan Kathie’nin de arkasında onu çekip çeviren biri

1 Ocak 2015 Perşembe

Hatıralar ve Gazete Küpürleri Defteri 1945-1958


İdil Biret'in Çocukluk ve Gençlik Yılları

 İdil Biret'in Çocukluk ve Gençlik Yılları’na ışık tutan annesi Leman Biret’in derlediği “Hatıralar ve Gazete Küpürleri Defteri 1945-1958” i yayınlandı.
 
 
Kitap, Leman Biret’in İdil Biret’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarına ait hatıralarını yazdığı, 1988 yılında vefatından sonra çekmecesinde bulunan hatıratına dayanıyor
 
Haber görseliLeman Hanım’ın kendi daktilo ettiği sahifelerde, İdil Biret’in Ankara’daki bebeklik yıllarını, müziğe karşı ilgisinin iki yaşındayken keşfini, dört yaşında nota okumaya ve beste yapmaya başlamasını, radyodan ve eve gelen piyanistlerden duyduğu eserleri hemen oturup aynen çalmasını, Ankara’ya gelen yabancı müzisyenlerin ona hayran kalmasını, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in teklifi ile sahneye çıkıp Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün huzurunda çaldıktan sonra 1948 yılında TBMM’nin kendisi için çıkardığı “İdil” Kanunu ile Paris’e tahsile gönderilmesini, Nadia Boulanger ile Paris Konservatuarı’ndaki çalışmalarını, 1953 yılında 11 yaşında iken büyük Alman piyanisti Wilhelm Kempff ile Paris’te Şanz Elize Tiyatrosu salonunda verdiği konseri, 15 yaşında Konservatuar’dan birincilikle mezuniyetini, Avrupa’da konser kariyerine başlamasını, büyük Rus piyanisti Emil Gilels’in daveti üzerine yaptığı ilk Sovyetler Birliği turnesinde Moskova, Leningrad ve diğer şehirlerde verdiği onaltı konseri anlatıyor.
Leman Biret’in hatıratında 1945 yılından itibaren Türkiye’de ve yabancı basında İdil hakkında çıkan yazıları da buluyoruz. Bu yazılar o dönemin basını ve devletin sanat politikası konusunda da fikir veriyor.